|
Miroslav Steviç, Matthias Sammer, futbol röportajı, Bundesliga,
2006 Dünya Kupası, Borussia Dortmund, Matthaeus, Klinsmann,
Brehme, Scilacci, Gerd Müller, Şampiyonlar Ligi Yarı Finali,
Schalke, UEFA Kupası, Barış Özbek, Serkan Çalık, Mesut Özil,
Türk Milli Takımı, Joachim Löw, Otto Rehhagel, Arsenal, Gilberto,
Lorant, Şampiyonlar Ligi ön elemesi, Fenerbahçe, Bochum, Galatasaray,
derbi, Ortega, Daum, Lucescu, Tamer Güney, Rapaiç, Revivo,
Washington, Mirkoviç, Saadettin Saran, Ali Şen, Partizan kulübü,
Premier League, Mondragon, Karpatlar, Dynamo Dresden
Hüseyin Özkök
Sammer-Steviç Röportajı
STEVIC: Türkiye’nin
kaybettiği puanlar beni şaşırttı.
SAMMER; Bu
çocuklarda Türk kanı olduğu kadar biraz da
Alman kanı var.
SAMMER;
Futbolda taktikten teknikten
önce kişilik kalitesi ve yönetim anlayışı gelir ve
STEVIC;
Lorant gidince Tamer
Güney hoca geldi. Hemen ardından da Oğuz Çetin. Tabi bu devamlılığa
büyük darbe vurdu ve takımda büyük huzursuzluğa neden oldu.
STEVIC;Aziz
Yıldırım Fenerbahçe’yi çok seviyor ama buna karşın futboldan
çok fazla anlamıyor
Steviç
; Türkiye'de unutamadığım olay 6-0’lık Galatasaray maçı.
Hüseyin Özkök
Sammer-Steviç Röportajı
Yunanistan’da bulunduğum süre içerisinde özellikle Alman futbol
dünyasından bir çok kişi ile karşılaşma ve onlarla sohbet
etme olanağım oluyor. Bu defa ise ikili bir röportaj gerçekleştirme
olanağım oldu.
Bir yanda tün dünyanın tanıdığı Alman’ların efsanevi futbolcularından
Matthias Sammer diğer yanda ise Yugoslav ekolünün önemli futbolcularından
kariyerinin büyük bölümünü Almanya’da geçirmiş bu arada da
bir yıl Fenerbahçe’de futbol oynamış 6-0’lık tarihi maçta
forma şansını yakalamış Miroslav Steviç ile futbol üzerine
güzel bir sohbet yaptık.
Dortmund’ta Sammer teknik direktör Steviç de onun futbolcusu
iken birlikte şampiyonluk yaşayan ikili kurdukları dostlukla
birlikte tatile çıkacak kadar yakınlaşmışlar.
Bu röportajda da bu arkadaşlık nasıl oluştu her ikisinin ağzından
okuyabileceksiniz. Ayrıca Steviç’in Türkiye anıları da röportajımızda
ilginizi çekecek bölümlerden biri.
HÜSEYİN ÖZKÖK: Tatilde verdiğiniz bu röportaj için ikinize
de teşekkür ediyorum.
MATTHIAS SAMMER:(Gülerek) Tamam problem değil faturayı
gazetene yollarız
MIROSLAV STEVIÇ: Evet hemen yollarız
H.Ö: Matthias Alman futbolunun
yetiştirdiği en önemli futbolculardan birisin. Alman
futbolunda hala bir önemli bir kişiliksin ve Alman Futbol
Federasyonu DFB sportif direktörüsün.
Aslında ikiye bölünmüş bir kariyerin var. Futbola başladığın
Doğu Almanya’daki kariyerin ve Federal Almanya’daki
kariyerin. Doğu Almanya’da nasıl başladı bu kariyer. Oradaki
farklılıklar nelerdi. O zamanlar doğu Alman’ların futbola
bakışı nasıldı?
SAMMER:
Doğu Almanya’da benim için en büyük
avantaj alt yapıya verilen önemdi. Küçük çocuklar futbol
oynamaya teşvik ediliyor ve normal okullara paralel olarak
spor okullarına da alınıyorlardı.
Mükemmel bir sistemdi ve bende orada dilediğimce futbol
oynama şansına sahip oldum. Ne gariptir ki şu anda
Almanya’da da buna benzer bir sistem yaratılmaya
çalışılıyor.
Tabii ki zamanımız çok farklı bu sistemi modernleştirmek de
gerekiyor. Ama bu sistem kendini geliştirmek için idealdi.
Ama tabi kendini kabul ettirmek için de çok çalışmak
gerekiyordu.
Ama o zamanlar herkesin aklı tabii ki çok önemli bir futbol
ülkesi olan Federal Almanya’da idi çünkü Bundesliga herkesin
hayaliydi.
Ben de politik çözüm sağlandıktan sonra orada oynama şansını
elde ettim ve oradaki sistemle tanıştım. Her iki sistemde de
çok şey öğrendim ve bunun için çok mutluyum.
H.Ö: Miroslav, sen de eski demir
perde ülkesi olan Yugoslavya’da futbol oynamaya başladın.
Sanırım hem Yugoslavya’da hem de Doğu Almanya’da sistemler
benzerdi. Senin kariyerin nasıl başladı.
STEVIÇ:
Evet gerçekten de eğitim açısından çok
benzer sistemlerdi. Yugoslavya’da belki oraya göre daha
rahattı sistem.
Aynen bizde de okula paralel olarak spor okulları vardı.
Futbolunu ilerletenler okulu dışarıdan sınavlarla bitirdiler
bu da onlara futbol üzerine daha çok yoğunlaşıp dış
ülkelerde profesyonel olma olanağı sağlıyordu.
H.Ö: Matthias kariyerini ağır
bir sakatlıktan dolayı ne yazık ki 30 yaşında erkenden
bitirmek zorunda kaldın. Bu sende nasıl bir etki yaptı?
SAMMER:
İlk önce ameliyat sırasında futbolu
bırakmama neden olan enfeksiyonun daha önceki yıllarda
olmamış olduğuna şükrettiğimi söylemeliyim. Her şey çok daha
kötü olabilirdi. Oynadığım yıllar benim açımdan çok güzel
geçti.
Tabii ki her futbolcu gibi ben de daha uzun oynamayı
isterdim. Ama yine de bu kadar oynayabildiğime şükrediyorum
ve bu zamanın tadını sonuna kadar çıkardım. Sonuçta her şey
insanın kaderinde yazılı.
H.Ö: Evet bu açıdan çok haklısın.
Sadece 30 yaşına kadar oynadın ama bu zaman içinde kariyerinde
çok büyük başarılar yaşadın. (Aşağıdaki liste). Bu başarılarla
dolu zamanı bize nasıl anlatırsın?
SAMMER: Sanırım
hem genç futbolculara hem de antrenörlere başarılı olmak için
çalışmak ve mücadele etmek gerektiği duygusunu aşılamak lazım.
Tabii ki buna paralel olarak da futbolcuların gelişimine katkıda
bulunmak da gerekiyor.
Bunları yaptıktan sonra da bunun sonuçlarını almak gerekir.
Şu anda Alman futbolunda bu problemi yaşıyoruz.
Genç futbolcuları çok iyi yetiştiriyoruz ancak sıkışık durumlarda
oyunu çevirecek gücü gösteremiyoruz.
Bu bir zamanlar bizim en büyük özelliğimizdi ama şu anda buna
sahip değiliz. Şu an iyi futbol oynadığımız için övülüyoruz
ama eskiden bizi diğer ülkelerden ayıran mücadele gücümüz
yok.
Yapmamız gereken bu işi paralel götürmek olmalı.
Hem güzel futbol oynayabilmeli hem de gerçekten güçlü, mücadeleci
bir takım yaratmalıyız. Hatta güzel oynayamasak bile istekli
olmamız mücadele gücümüz ile övülmeliyiz.
Ben daha genç yaşta başarılı olma şansına sahip oldum. Çünkü
hem güzel futbol oynayan hem de iş zora girdiğinde de mücadele
gücü olan takımlarda oynadım. Bu da tabii benim kendime olan
güvenimi sağladı.
H.Ö: Bir önceki 2002 Dünya Kupası’nda
Almanya 2. oldu. Evindeki 2006 Dünya Kupası’nda ise 3. oldu.
Ancak 3. olan takım 2. olandan daha fazla övüldü. Sence bunun
nedeni neydi? Ekip ruhu mu daha iyi idi 2006 takımının?
SAMMER:
En büyük nedenlerden biri 2006 Dünya Kupası’nın Almanya’da
kendi seyircimiz önünde oynanmasıydı.
Seyirci kendi takımını böyle bir turnuvada çok duygusal bir
şekilde destekledi. Bir başka neden ise 2006 takımının çok
açık şekilde daha güzel futbol oynamasıydı.
Takımın oyun yapısı çok daha iyi idi ama sonuçta sadece 3.
olundu. Ama örneğin Ballack 2002 finalinde oynayabilseydi
belki de şampiyon olabilecektik. Bunu hep insanlara anlatmayı
deniyorum.
Futbol başka bir kültüre büründü.
Biz uzun zaman başarılı olamadık. Ardından artık iyi, seyre
değer futbol oynamalıyız dendi. Şu anda iyi ve seyre değer
modern futbol oynama yolundayız. Ancak şu unutulmamalı.
Alman futboluna değerini veren etken elde ettiği başarılardır.
Şu andaki en büyük problem, bir tarafta teknik taktik ve güzel
futboldan bahsediyoruz ama az önce dediğim gibi bizim futbolumuzu
değerli kılan şey üstün mücadele gücümüzdür.
Dolayısıyla yapılması gereken şey güzel futbolun yanı sıra
eski mücadele gücümüzü yeniden kazanıp yepyeni bir futbol
anlayışı yaratmalıyız. Benim için mücadele ve istek her şeyden
önce gelir.
2002’de mücadele ettik 2. olduk ama 2006’da ise güzel oynamamıza
rağmen üçüncü olabildik. Yani 2002’de daha başarılı idi takım.
Sonuç olarak seyre değer futbolu mücadele gücü ile başarılı
hale getirmeliyiz.
H.Ö: Miki Almanya’da çok uzun
yıllar 1860 Münih, Dortmund, Bochum gibi takımlarda oynadın.
Matthias’ın teknik direktörlüğü sırasında Dotmund ile şampiyon
oldun. Daha sonra 1 yıl Fenerbahçe’de futbol oynadın. Almanya’daki
kariyerini nasıl anlatırsın. İstanbul’da geçirdiğin 1 yıl
nasıldı, 10 yıl Almanya’da oynadıktan sonra zor oldu mu?
STEVIÇ:
Evet 10 yıl oynadıktan sonra İstanbul’a alışmak kolay olmadı.
Eğer eski Yugoslavya’dan direk İstanbul’a gitmiş olsaydım
çok daha kolay olurdu, çünkü mantalite olarak benzer ülkelerdi.
Tabii ki on yılda Alman anlayışı kafanıza yerleşmiş oluyor.
En büyük avantaj takımda Almanya ve Yugoslavya kökenli futbolcular
vardı. Uluslar arası maçlar oynuyorduk. Dolayısıyla pozitif
düşünen biri olarak alışmam uzun sürmedi.
H.Ö: Matthias sen İtalya’da da
futbol oynadın. İtalya’da da Almanya’dan çok farklı bir anlayış
var. Senin için zor oldu mu bu tecrübe?
SAMMER:
Evet, 24 yaşındayken Inter’e transfer oldum. Ama daha batıda
futbol oynamaya başlayalı sadece 2 yıl olmuştu ve İtalya’ya
gitmem erkendi. Ama eğer Inter tüm sözlerini tutsaydı erken
olmayacaktı belki de.
O zaman Inter Alman ağırlıklı bir takımdı ve benim gitme nedenim
de buydu. Matthaeus, Klinsmann ve Brehme takımda oynuyorlardı.
Fakat daha sonra aniden hepsi gitti ve ben tek kaldım.
Kulüpte işler çok karışıktı. Teknik direktör sorunları yaşanıyordu.
Ama yine de takıma alıştım. Ancak o zamanlar henüz 3 yabancı
sınırlaması vardı. Takımda ise 3’den fazla yabancı vardı.
Ben başlarda sürekli oynadım. Hatta 6 maçta 4 gol attım. Ama
Scilacci’nin sakatlanmasından sonra teknik direktör Pançev’i
oynatmaya başladı ve ben tribüne çıktım. Inter o dönem Avrupa
Kupaları’na katılmıyordu. Haftada sadece 1 maç oynuyorduk.
Ben de genç bir futbolcu olarak sürekli oynamak istiyordum,
çünkü bu gelişimim için çok önemliydi. Hemen başkana gittim
ve durumu anlattım.
O da anlayışlar karşıladı ve devre arasında medeni bir şekilde
Inter’den ayrıldım.
H.Ö: Bir süre önce Gerd Müller
ile de bir röportaj yaptım. Bana bu röportajda onun zamanında
takımlar adam markajı ile oynadıkları için gol atmanın şimdikinden
daha zor olduğunu söyledi. Sen de katılır mısın buna?
SAMMER:
Eski futbolla bugünkünü karşılaştırırken tabii dikkatli olmak
lazım. Gerd çok kurnaz bir golcüydü.
Rakibine kuşa bak der ondan kurtulur golünü atardı.
Yani belki de adam markajı olduğu için bunu yapabiliyordu.
Ama Gerd bugün de oynasa o golcülüğü ile çok gol atardı.
Dolayısıyla eski ile bugünü karşılaştırmak bence gereksiz.
O zaman koşullar başka idi futbol başka şekilde oynanıyordu
bugün koşullar bambaşka futbol başka bir şekilde oynanıyor.
Gerd’in dediğine karşı çıkmak istemem ama katıldığımı da söyleyemem.
H.Ö: Miki sen ne dersin?
STEVIÇ:
Aynen Matthias gibi düşünüyorum. Kaliteli olan her futbolcu
her sistemde kendini kabul ettirtir, ister adam markajı ister
alan savunması ile oynansın. Bence adam markajı ile gol atmak
daha kolay.
Çünkü adam markajında karşında tek oyuncu var ve ondan kurtulduğunda
golü yaparsın. Ama iyi bir alan savunmasında karşına 2-3 kişi
çıkabilir ve onların hepsinden kurtulman gerekir.
İyi bir golcü her sistemde kalitesini kullanıp golünü atar.
H.Ö: Matthias biliyorsun İngiliz
kulüpleri zengin iş adamları veya yatırımcılar tarafından
satın alınıyor. Bu durum Almanya’da da tartışılmaya başlandı.
Almanya’da kulüplerin %49’undan fazlası satılamıyor. Sen bu
olaya nasıl bakıyorsun? Almanya’da da kulüpler satılabilmeli
mi?
SAMMER: Bu
soruya cevap verirken tabii ki dikkatli olmam lazım çünkü
DFB’de çalışıyorum.
Bu konu aslında DFL’i (Alman Kulüpler Birliği) ilgilendiren
bir konu.
Şu anda bu konunun tartışılıyor olması bir gerçek. Burada
önemli olan tüm kulüplerin sağlam bir gelecek perspektifine
sahip olabilmeleri. Uluslar arası rekabeti düşündüğümüzde
bakıyorsunuz Şampiyonlar Ligi yarı finalinde 3 İngiliz takımı
ve yine güçlü bir sahibi olan Milan takımı oynuyorlar.
Çok dikkatli olarak olanaklar bu konuda hangi noktada ona
bakmak lazım.
Bir yatırımcının bir kulübü alması o kulübe yarar getirebileceği
gibi diğer yanda bu yatırımcının parasının kaynağının ne olduğu
ve kulübü başka işlerine alet edip etmediği de önemli, işte
burada dikkatli olmak lazım.
Futbolu yönetenler bu konuda tartışıp karar vermeliler.
Tabii ki açılmak kulüpler için iyi gibi gözükse de yine de
kulüplerin gerekli güvencelere sahip olması gerekir.
Çünkü bu yatırımcı kendi kafasına göre kulübün yönetimine
karışabilir.
Bu duruma çok iyi düşünülmüş bir çözüm bulmak gerekir.
H.Ö: Şimdi de biraz Dortmund’tan
sizin Dortmund’taki zamanınızla ve takımın şu anki durumu
ile ilgili sormak istediklerim var.
Dortmund bence Avrupa’nın en iyi ve sadık seyircisine sahip.
Stadyum başarısızlıklara rağmen hep dolu ve Avrupa’nın en
yüksek seyirci ortalamasına sahip. Dortmund’ta neler oluyor
neden bu büyük potansiyele rağmen takım başarısız? Miki ilk
önce sana sormak istiyorum sen Matthias’ın yönetiminde şampiyon
oldun sana göre nedir problem?
STEVIÇ:
Bu gerçekten hiç de kolay olmayan bir soru. Evet ben kısa
süre de olsa başarılı bir dönemde Dortmund’ta oynadım, asla
unutamayacağım çok güzel bir dönemdi.
Matthias tabii ki Dortmund’ta daha uzun süre bulundu ve başarılı
zamanlarda takımdaydı. İşte o başarılı dönem sonrası bu takıma
çok daha fazla sempati duymaya başladım ve bu takıma gitmeyi
kafama koydum.
Benim takımda oynadığım o dönemde başımızda genç başarılı
bir teknik direktör (Sammer) ve çok iyi futbolcular vardı.
Ayrıca kulüp o zamanki yöneticiler tarafından çok iyi yönetiliyordu.
Şu an herhalde artık o yönetici ve futbolcuların olmamasından
dolayı takımda bir başarısızlık söz konusudur diye düşünüyorum.
Onlar da şimdi bir şeyleri kanıtlayıp takımı yine eski günlerine
döndürmek zorundalar.
H.Ö: Matthias sen Almanya’da
şampiyonluk yaşayan en genç teknik direktör olarak tarihe
geçtin. Senin Dortmund ile ilgili düşüncelerin ne?
SAMMER:
Miki bir çok şeyi söyledi.
Avrupa’nın büyük takımlarına baktığımızda genelde yönetimlerin
ve teknik direktörlerin uzun vadeli çalıştıklarını görüyoruz.
Dortmund’un çok iyi olan yönetiminin en büyük problemi finans
problemleri idi ve hep risk almak durumundaydılar.
Bundesliga’daki Bayern, Hamburg, Schalke, Berlin gibi takımlar
sponsorlar tarafından desteklenirken Dortmund kendi yağıyla
kavrulmaya çalıştı.
Bunun yanında ekonomik şartlar takımı zorlayınca başarı gelmedi
ve takım Şampiyonlar Ligi veya UEFA Kupası’na da katılamayınca
kulüp ekonomik olarak güç durumlara düştü ve devamlılık gelmedi,
devamlılık olamayınca başarı da gelmiyor.
Ayrıca daha önce elde edilen müthiş başarılar da takımı başarısız
gösteriyor. Bu şimdiki yönetimin başarısız olduğu anlamına
gelmiyor ama daha önceki yönetim gerçekten de çok iyi idi
bunu da söylemek gerekir.
H.Ö: Miki senin futbolcun sen
onun teknik direktörü idin.
Şimdi ise beraber tatil yapıyorsunuz.
Bu arkadaşlık nasıl oluştu ve gelişti. O zamanki ilişkiniz
nasıldı?
SAMMER:
Takımın başına geldikten sonra olanaklar ölçüsünde takımı
güçlendirmeyi denedim. Miki geldiğimde zaten takımdaydı. Daha
işin başında oturup konuştuk.
Ona oynadığı pozisyonda başkasını düşündüğünü ve bu nedenle
daha çok yedek oturacağını söyledim.
Bu konuşmamız ve daha sonra da sürekli konuşmamız ilişkimiz
açısından çok iyi oldu. Miki takıma girmek için mücadele etmeye
başladı.
Ben de ona bu mücadelesinde destek oldum ve bunun için fırsat
verdim. Daha sonra takımın lider futbolcularından biri oldu
ve takıma çok yararı dokundu.
Bu nedenle bugün hala arkadaş olmamızın nedeni o zamanki birbirimize
karşı açık ve dürüst davranışların sonucudur. Bir takımda
her şey saha içinde bitmez, esas saha dışında olanlar saha
içinde olacaklara yön verir.
H.Ö: Miki sen peki bu durumu
o zaman nasıl karşıladın?
STEVIÇ:
Matthias’ın bana açık ve dürüst yaklaşımı benim aslında hayat
felsefemdir. Bir gün futbolda herhangi bir görev alırsam ben
de aynen bu şekilde davranırım.
Kendi çocuklarıma da bu doğrultuda davranıyorum.
Karşılıklı açık ve dürüst olduğunda iyi bir ilişki için temel
zaten kendiliğinden oluşur. Ben biraz eski kafalıyımdır. İyiyi
de kötüyü de zor unuturum. Matthaias’ın bu davranışında da
onunla arkadaşlığımızın gelişmesinde ve uzun yıllardır arkadaş
kalmamızda çok etkisi oldu.
H.Ö: Şimdi biraz da Türk futbolu
ile ilgili sorular sormak istiyorum. Almanya’da bir çok Türk
futbolcusu oynuyor. Bunların bazıları ise Alman Milli Takım’larındalar.
Türkiye’de teknik direktör Fatih Terim, Almanya’daki futbolculara
onların Türk Milli Takımı’nı seçmemelerinden yola çıkarak,
çok fazla ilgi göstermediği için eleştiriliyor.
Örneğin Barış Özbek, Serkan Çalık, Serdar Taşçı, Mesut Özil
bu futbolculara örnek. Matthias sen DFB sportif direktörüsün
ve olaya en yakın insanlardan birisin, nedir buradaki durum?
SAMMER: Bu
durumdaki futbolcular konusu ciddi bir durum.
Bu futbolcular Almanya’da doğup büyüdüler ve gelişimlerini
Almanya’da sürdürüyorlar.
Bu çocuklarda Türk kanı olduğu kadar biraz da Alman kanı var.
Bu tip futbolculara bugünkü bu global dünyada istedikleri
takımda oynama şansını vermek gerekir.
Bu futbolcuların tabii ki gelişimlerini sağladıkları Almanya’da
kalmalarını istiyoruz ama onları asla korkutup verecekleri
kararları etkilemeye çalışmıyoruz çünkü baskı kesinlikle iyi
sonuçlar getirmez.
Örneğin Nuri Şahin buna iyi bir örnek. Daha 16 yaşında çok
baskı altına alındı ve bu da onun gelişimini sekteye uğrattı.
Futbolculara kesinlikle gelecekle ilgili olmayacak vaatlerde
bulunmamak lazım. Kendi gösterecekleri gelişimle gelebilecekleri
yerlere gelmeliler. Dolayısıyla bu çocuklar baskı altında
kalmadan serbestçe kararlarını verebilmeliler.
H.Ö: Peki şu an Bundesliga’da
oynayan Türk futbolcularını nasıl buluyorsun?
SAMMER:
Hepsi gerçekten çok iyi futbolcular. Özellikle değişik düşünce
tarzlarını futbolun içine katıyorlar.
Örneğin Altıntop kardeşler çok başarılı. Bayern’e giden Hamit
verdiği röportajlarda kendinden emin çok güzel bir görüntü
veriyor.
Yıldıray Baştürk’te keza öyle. Onu Dortmund’a almak istiyordum
ancak takımdan ayrılınca bu dileğim gerçekleşmedi.
Kicker’de röportajını okudum Yıldıray’ın takımını Şampiyonlar
Ligi’de çeyrek finale taşımak istediğini söylüyor. Halil’e
sorsanız o da mutlaka Şampiyonlar Ligi finalinde gol atmayı
istedim derdi. Yani bu futbolcular kendilerine güveniyor.
Hatta onlardan daha genç futbolcular daha da çok kendilerine
güvenmeye başladılar. Oysa bizim zamanımızda biz daha çekingendik.
Bence bu da futbol için oldukça iyi bir gelişme.
H.Ö: Miki Türk futbolunu tanıyorsun.
Türk Milli Takımı’nın Euro 2008 şansını nasıl değerlendiriyorsun?
STEVIÇ: Türkiye’nin
kaybettiği puanlar beni şaşırttı. Matthias’ın da söylediği
gibi Türk futbolu genç ve kendinden emin bir jenerasyona sahip.
Takımın başında da Türk Milli Takımı’na uyan bir hoca var.
Ben Türkiye’nin gruptan çıkacağını düşünüyorum.
H.Ö: Matthias Almanya artık finalleri
garantiledi diyebiliriz. Peki Euro 2008’de Almanya’nın şansını
nasıl görüyorsun. En azından bir yarı final olabilir mi?
SAMMER:
Bizim için en önemli olan sürekliliğin ve daha önemlisi başarılı
sonuçların devam etmesi idi. Joachim Löw gerçekten de çok
iyi bir iş çıkarıyor.
Takım aynı düzeyi koruyor ve deplasman maçlarında da etkilenmiyor.
Şampiyona için ise şu an bir şey söylemek erken. Çünkü daha
bazı büyük takımların katılıp katılamayacakları belli değil.
Ama ben şu anda Alman Milli Takımı’nda daha iyi bir takım
göremiyorum. Ama tabii ki bir turnuvada oynamak başka bir
olay, orada hedefe kilitlenmiş bir çok takım olacak. Yine
de eğer takımımız şu anki düzeyini korursa sadece yarı final
değil şampiyonluğun da en büyük adaylarından biri.
H.Ö: Matthias son sorum sana
şu. Galatasaray yönetimi 73 yaşındaki Feldkamp’ı getirdiği
için eleştirildi. Gerçekten de 73 yaşında biri bir takımı
yönetemez mi?
SAMMER:
Benim için genç yaşlı değil, iyi yada kötü antrenör vardır.
Eğer kafaca herhangi bir problem yoksa yaşın hiçbir önemi
bence yoktur.
Kalli çalıştığı her kulüpte başarılı olmuş futbolu çok iyi
bilen bir teknik adamdır. İnanılmaz derecede iyi bir yönetim
kalitesine sahiptir.
Ateşlidir ve takımını bu ateşi ile motive eder ki ben hala
içindeki o ateşin sönmediğini düşünüyorum. Yanında mutlaka
ki iyi bir ekibi vardır.
Onlarla birlikte tüm felsefesini takıma yansıtacaktır.
Onu bu cesaretinden dolayı kutluyorum ve başarılı olmasını
yürekten diliyorum. Kısa süre önce Otto Rehhagel’i daha yakından
tanıma olanağım oldu. Aynı ateşi onda da gördüm.
Bu jenerasyon insanları başka bir düşünce tarzına sahip ve
mücadeleden vazgeçmiyorlar ve kişiliklerini futbolculara yansıtıyorlar.
Futbolda taktikten teknikten önce kişilik kalitesi ve yönetim
anlayışı gelir ve bu insanlar da çok üstün bir yönetim kalitesine
ve güçlü bir karaktere sahipler.
Kişiliklerini tümüyle yansıtıyorlar. Bu da teknik, taktik
ve kondisyondan çok daha önemli.
H.Ö: Lincoln için son birkaç
söz rica etsem.
SAMMER:
Lincoln bir futbolcuda olması gereken tüm özelliklere sahip
çok iyi bir futbolcu. Ancak çok daha büyük futbolcu olabilmesi
için kendisine yapılan eleştirilerle yaşamayı öğrenmesi gerekiyor.
Eğer kötü dönemlerinde pes etmeyip mücadelesini sürdürürse
Türkiye’nin onun için büyük bir şans olduğunu ve başarılı
olacağını düşünüyorum. Kalli yeterince tecrübeli bir hoca.
Lincoln’e nasıl dış vurması gerektiğini söylemeye ihtiyacı
yok. Onu gerektiği gibi yönetecektir diye düşünüyorum.
H:Ö: Matthas tatilin sırasında
ayırdığın bu zaman için çok teşekkür ediyorum.
Miki şimdi de seninle biraz Türkiye’de oynadığın dönem hakkında
konuşmak istiyorum. Türkiye’de Fenerbahçe’de oynadın. Bu transfer
nasıl gerçekleşti. Kim seni Fenerbahçe’ye önerdi?
STEVIÇ:
Lorant’ın dönemiydi ve Fenerbahçe benim oynadığım pozisyon
olan defansa dönük orta saha oyuncusu arıyordu.
Fenerbahçe ilk olarak şu an Arsenal’de oynayan Gilberto’yu
istiyordu. Ama o 2002 Dünya Kupası sonrası Arsenal’i tercih
etti. Lorant’la birlikte 5 yıl 1860’da beraberdik beni oradan
tanıyordu. Ben de o yıl Dortmund ile şampiyonluk yaşamış ve
UEFA Kupası’nda final oynamıştım.
Bonservisim de elimdeydi ve böylece transfer gerçekleşti.
Saadettin Saran Sociedad’a Nihat’ı almaya gitmişti ama transfer
gerçekleşmedi. Oradan Münih’e geldi ve benimle buluştu.
Pazarlık yaptık anlaştık beni başka takımlar istemesine rağmen
Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi ön elemesi oynayacak olması
nedeni ile Fenerbahçe’yi tercih ettim.
Bu attığım adımdan hiç pişman olmadım. İstanbul gibi dünyanın
en güzel şehirlerinden birini tanıma olanağım oldu. Tek sorun
çocuklarımın okulu nedeni ile ailemi yanımda getirememem oldu.
H.Ö: Peki bir yıl sonunda neden
ayrıldın?
STEVIÇ:
Fenerbahçe ile anlaşmam şu şekildeydi. Eğer 25 maçta oynarsam
mukavelem otomatik olarak uzayacaktı. Ancak daha ilk yarı
bittiğinde 24 maç oynadıktan sonra bana sana bu kadar para
ödeyemeyiz mukaveleni uzatmayı düşünmüyoruz dediler.
Ama esas neden ailemin Almanya’da olması ve İstanbul’a gelememeleri
idi. Daha sonra da Bochum’a transfer oldum.
Fenerbahçe’de başta Saadettin Saran olmak üzere herkesle çok
iyi ilişkilerim oldu. Çoğu ile hala görüşüyorum. Şampiyonlar
Ligi finali için İstanbul’a geldiğimde hepsi ile görüştük.
Ayrıca kaldığım süre içinde ne Galatasaray taraftarları ne
de Beşiktaş taraftarları bana karşı kötü bile bakmadılar.
Bu da herhalde benim tüm insanlarla açık, dürüst ve insanca
bir ilişki yürütmemden kaynaklanıyor. Kaldığım bir yıl içinde
tek negatif olay yaşamadım.
O yıl şampiyon olamasak da unutamadığım 6-0’lık Galatasaray
maçı var. Ben çok derbi oynadım. Kızılyıldız-Partizan, 1860-Bayern,
Schalke-Dortmund. Ama bu maçı asla unutamayacağım ve evimde
hala videosunu o maçın saklıyorum.
UEFA Kupası’nı almış büyük bir Avrupa takımı olan böyle bir
takımı o takımdan bir çok oyuncu ve aynı teknik direktör ile
bu şekilde yenmek müthiş bir olaydı.
H.Ö: Fenerbahçe’de başta Ortega
olmak üzere bir çok ünlü futbolcu ile oynadın. Ortega olayını
sana sormak istiyorum. Neydi Ortega’daki problem. Neden kaçtı
Ortega? Lorant yüzünden mi yoksa başka nedenleri mi vardı?
STEVIÇ: Biz
o zaman çok iyi bir takıma sahiptik. Hatta ondan sonra Fenerbahçe’nin
kurduğu hiçbir takım bu kadar iyi olmadı.
Bizim tek handikabımız Daum yada Lucescu gibi bir teknik direktöre
sahip olamamamızdı. Yine de eğer Lorant’a daha fazla şans
tanınsaydı biz yine de daha başarılı olurduk.
Ancak sürekli teknik direktör değişikliği takımı olumsuz etkiledi.
Lorant gidince Tamer Güney hoca geldi. Hemen ardından da Oğuz
Çetin. Tabi bu devamlılığa büyük darbe vurdu ve takımda büyük
huzursuzluğa neden oldu.
Halbuki biz bireysel olarak Ortega, Rapaiç, Revivo, Washington,
Mirkoviç, Serhat, Tuncay, Ümit gibi çok yetenekli iyi bir
ekibe sahiptik.
Ama bu nedenlerle yolunda gitmedi işler.
Bunun yanında Lorant’ın anlaşmadığı yardımcıları ve Lorant’ın
söylediklerini kötü tercüme eden bir tercüman vardı. Takımda
Almanca bile futbolculara bir defasında sordum neler tercüme
ediyor diye. Onlarda bana Lorant’ın söylediklerinden çok farklı
şeyler söylüyor demişlerdi.
Fenerbahçe gibi büyük bir kulübün böyle durumları yaşamış
olması gerçekten çok yazık.
Kulüp başkanı futbolu seviyor ve o dönemde Saadettin Saran
gibi iyi çalışan yöneticiler de vardı. Ortega ise bu karışıklıklar
içinde uyum sağlayamadı ve kendi kabuğuna çekildi. Avrupa’daki
bir Arjantin maçı öncesi seyretmeye gidiyorum diye gitti.
Giderken de yanında bir sürü bavulu vardı biz kaçtığını biliyorduk
ama gazeteler bunun farkına varamadı.
H.Ö: Ali Şen ile de iyi bir ilişkin
olduğunu biliyoruz.
STEVIÇ:
Ali Şen Yugoslav kökenli ve Partizan kulübü ile yakın ilişkileri
var. Benim de kayınpederim Partizan sportif direktörü idi
ve kendisi ile orada oynarken sıklıkla görüşme olanağımız
olurdu.
Çok değer verip takdir ettiğim herkesçe sevilen bir insan.
H.Ö: Peki Başkan Aziz Yıldırım
ile ilişkin nasıldı?
STEVIÇ:
Onunla da hiçbir problemim olmadı. Bana bazen nasıl bence
nasıl oynamamız gerektiğini sorardı. Demin de söyledim.
Futbolu çok seviyor. Fenerbahçe’yi çok seviyor ama buna
karşın futboldan çok fazla anlamıyor ki bir çok kulüp
başkanı futboldan anlamaz zaten.
Onların işi akıllı kararlar alıp kulübü yönetmektir. Aziz
Yıldırım’da son yıllarda akıllı kararlar aldı ve kulübü
başarılı hale getirdi, alınan sonuçlar da bunu gösteriyor.
Daha önce Saadettin Saran bana hangi teknik direktörü
getirelim sence diye sorduğunda hemen Daum’u tavsiye
etmiştim. Daum geldi ve başarılı oldu.
H:Ö: Aziz Yıldırım’ın sürekli
olarak kötü giden maçlarda soyunma odasına indiği ve
talimatlar verdiği takıma karıştığı söylenir. Senin
zamanında böyle şeyler yaşandı mı?
STEVIÇ:
Tam olarak böyle bir şey gerçekleşti mi söyleyemem. O dönem
çok karışık bir dönemdi. Avrupa’dan elenmiştik teknik
direktör değişiklikleri yaşanmıştı. Başkan’ın konuşmaları
oldu ama ben zaten anlamıyordum ne söylediğini. Karışık bir
dönem olduğu için müdahale gereği görmüş olabilir.
H.Ö: Tuncay’ın İngiltere’ye
transferine ne diyorsun?
STEVIÇ:
Tuncay Fenerbahçe’ye geldiğinde tüm
genç futbolculara olduğu gibi ona da yardımcı oldum. Müthiş
bir mücadele gücü ve hırsı olan bir futbolcu. Oraya gitmesi
beni şaşırtmadı.
Premier League tam onun oyun yapısına uygun bir lig. Boro’da
iyi bir kulüp, büyük bir kulübe gitseydi çok daha fazla
baskı altında kalacaktı. Ben çok başarılı olacağına ve başka
büyük bir kulübe gideceğine inanıyorum.
H.Ö: Peki Ümit, Mondragon ve
Daum Köln’deler şimdi. Ümit’le görüştünüz mü Almanya’da
STEVIÇ:
Evet kısa süre önce telefonlaştık. Ümit Köln’e üstün tecrübesi
ile çok yararlı olur. Onun gibi Fenerbahçe ve Milli Takım’da
uzun yıllar oynamış bir futbolcu her takıma yararlı olur.
Köln’e gitmesi ve yeni bir olaya motive olması da bence iyi
bir karar. Almanya yabancı bir ülke sayılmaz çünkü çok
sayıda Türk bu ülkede yaşıyor. Alışması fazla zaman almaz.
Köln potansiyeli olan ve sürekli 50 bin seyirciye oynayan ve
birinci ligde olmayı hak eden bir takım. Daum ve yeni alınan
futbolcularla bunu başaracaklarına inanıyorum.
H:Ö: Fenerbahçe taraftarları
ile ilişkilerin nasıldı. Sen Dortmund gibi müthiş bir
seyircisi olan bir takımda da oynadın. İki takım
taraftarları arasındaki farklar neler?
STEVIÇ:
Şimdiye kadar hiçbir yerde hiçbir taraftarla problem
yaşamadım. Ben her zaman en iyisini en doğru şekilde vermeye
çalıştım. Zaten bunu yaptığın zaman gazeteciler ne yazarsa
yazsın taraftar işin gerçeğini anlar.
Tabii ki bazı taraftarlar futbolculardan yaralanmak
isterler. Ama böyle bir ilişkiye benim dünyamda hiç yer
olmadı.
Dortmund seyircisi gerçekten de başlı başına bir olay. Her
maçta ne olursa olsun 75 bin seyirci tribünlerde. Bu
Tanrı’nın bu takıma bir armağanı olsa gerek. Ama dediğim
gibi en unutamadığım olay 6-0’lık Galatasaray maçı.
Bunun yanında Dortmund’ta oynarken UEFA Kupası’nda 2000
yılında Galatasaray’a sahamızda 2-0 yenildiğimiz maçtaki
seyirciyi unutamıyorum. Stadın tamama yakını Galatasaray
seyircisi tarafından doldurulmuştu ve biz gözlerimize
inanamayıp korkmuştuk ve acaba başka bir stadyumda mıyız
diye düşünmüştük.
O gün karşımızda müthiş bir takım vardı ve bizi yendikten
sonra da UEFA Kupası’nı aldılar. O gün Karpatlar’ın
Maradona’sı olarak anılan büyük futbolcu Hagi ile formamı
değiştirmiştim.
H.Ö: Miki sana çok teşekkür
ediyorum.
MATTHIAS SAMMER’İN KARİYERİ
• Avrupa Şampiyonluğu 1996 (İngiltere)
• Avrupa Şampiyonası ikinciliği 1992 (İsveç) UEFA Şam.Ligiyonluğu
1997 (B. Dortmund) UEFA-Kupası ikinciliği
2002 (B. Dortmund) Bundesliga Şampiyonluğu (Teknik direktör
olarak)
1991/1992 (VfB Stuttgart)
1994/1995 (Borussia Dortmund)
1995/1996 (Borussia Dortmund)
2001/2002(En Genç Teknik direktör olarak - Borussia Dortmund)
• Doğu Almanya Şampiyonluğu
1988/1989 (Dynamo Dresden)
1989/1990 (Dynamo Dresden)
• U18 Avrupa Şampiyonluğu 1986 (Doğu Almanya ile Yugoslavya'da)
• U20 Avrupa Şampiyonluğu 1987 (Doğu Almanya ile Şili'de)
• Avrupa'da Yılın Futbolcusu 1996
. Almanya'da Yılın Futbolcusu
1995
1996
Teşekkürler Hüseyin
Özkök, Teşekkürler Mattias Sammer ve Steviç
Hüseyin
Özkök ve Gerd Müller röportajı
Hüseyin
Özkök'den bir Gerd Müller yazısı
Yılın
En ilginç ve en özel Röportajları için tıklayınız
Yazarlar
|
Futbol
Videoları
Uydu
Maç Yayınları |
Canlı Radyo Yayını
ve Konuşamadıklarımız
Dünya Kupası
Özel
|
Çok Özel Röportajlar
|
Tekinoktay
Özel
|