"Ne kadar az
yüksekten uçarsan,
düştüğün zaman
o kadar az incinirsin. "
Bir Tibet Atasözü
sporcu sendikası, endüstriyel kölelik, koray avcı, burak yılmaz,
sinan engin, filip holosko
Erkut Tekin
02 Ocak 2008
Endüstriyel Kölelik
Çalışma hayatı hepimiz için zor elbette. Hele hele patron değil
de emekçiyseniz bu daha da zor. Sermayenin kuralsız yer
değiştirmesinden tutunda esnek çalışmaya kadar varan ağır
şartlarda çalışıp yaşayabilmenin ne derece zalimce olduğunu
hepimiz çok iyi biliyoruz.
Yakıcılığı gittikçe artan bu durumun mağdurları genelde asgari
geçim endeksinin etkilediği çalışanlar olarak bilinse de, zengin
sınıfına koyduğumuz futbolcular da zaman zaman bu sömürü
sistemin kurbanları olmaktalar.
Buna en son Beşiktaş’ın yaptığı Filip Holosko transferinde
rastladık. Karşılığında da 5 milyon avro + Koray Avcı ve Burak
Yılmaz’ı verdiler Vestel Manisaspor’a.
Koray’ın Çaykur Rizespor’dan 600 bin avroya, Burak’ın da
Antalyaspor’dan 1 milyon 750 bin avroya alındığını hesaplarsak
bu transferin Beşiktaş’a toplam maliyeti 7 milyon 350 bin avroya
gelmekte.
Yapılan
bu ticari anlaşma her iki kulübü memnun etmiş gibi görülse de,
takasta kullanılan Koray ve Burak için durum hiçte öyle olmadı.
Düşünün şimdi, bir sabah uyanıyorsunuz ve gazetenin manşetinde
siz varsınız. Kulübünüz yeni bir oyuncu aldığı için sizi bir
başka kulübe vermiş. Haberiniz yok, haber verende yok. Oysa daha
bir hafta önce idmanına çıktığınız takımın yöneticileri ve
teknik adamıyla yan yanaydınız.
Üstelik Holosko transferi de yeni bir şey değildi. Sözleşmeniz
sürerken ve takımınızla yılın yarısını tüketmişken böyle bir
şeyle karşılaşsaydınız siz ne yapardınız?
Koray
ve Burak’ta doğru tepkiyi verdiler haklı olarak. Beşiktaş’tan
gitmek istemediklerini söylediler. Kim ister ki bu şartlarda ki
bir ayrılığı?
Durum medyaya yansıdığında Sinan Engin’in “ya giderler ya da
futbol hayatları biter” şeklindeki demeci aslında her şeyi
anlatıyordu bizlere.
Her ne kadar olayın baş aktörü Beşiktaş yönetimi olsa aslında bu
tutum Türkiye’deki kulüp yönetimlerinin genel tarzıdır.
Yabancı hoca ve oyunculara verilen tavizlerin bedelleri
yerlilere ödetilir. Onlarla yapılan sözleşmelerdeki bağlayıcı
hükümler, yerli oyunculara gelinde bir anda terse döner ve
“futbol hayatlarını bitirmekle” tehdit ederler.
Bu durum Beşiktaş’ta nedense biraz daha bariz görülüyor.
Süleyman Seba döneminden bu yana hem yönetsel hem de sportif
açıdan inanılmaz bir şekilde kötü yönetilen kulüp son 10 yılda
100. yılın yüzü suyu hürmetine alınan şampiyonluğun dışında
hiçbir başarı gösteremedi.
Aynı
dönemde Galatasaray’ın 5, Fenerbahçe’nin de 4 şampiyonluk
aldığını hesaplayınca durum daha net ortaya çıkıyor. Borç
batağının artması, yapılan kötü transferlerde harcanılan
paraların büyüklüğü, Del Bosque vakası ve adı mafya ile anılan
Sinan Engin’in kulübe geri dönmesi düşünüldüğünde Süleyman
Seba’nın mirasının nasıl eridiğini de anlayabiliyoruz.
Yaptıkları her kötü icraattan sonra “Beşiktaşlılık duruşunun”
arkasına gizlenenlerin kulübü nerelere getirdiklerini
görememeleri de bu noktada fazlaca komik oluyor.
Filip Holosko Beşiktaş’a faydalı olur mu olmaz mı onun
tartışmasına girmek istemiyorum.
Bakarsınız çok iyi bir seçim olur ve bende buna futbolu seven
herkes gibi mutlu olurum. Ancak Burak Yılmaz ve Koray Avcı’ın
tercihleri sorulmadan, adeta köle ticareti yaparcasına
futbolcuyu rencide eden davranış karşısında aynı mutluluğu
hissedemem.
Eğer sezon başı böyle bir operasyon yapılmış olsaydı söylenecek
bir şey olmazdı ama şimdi bu yapılan tam manası ile derebeylik.
Bu noktadan sonra profesyonel sporcuların oturup yeniden
sendikalaşmayı düşünmeleri gerekiyor.
Haklarının ne olduğunu ve nasıl korunacağını kendileri
belirlemedikleri sürece Burak ve Koray örnekleri daha birçok
kereler yaşanacaktır. Kimse onların aldıkları yüksek bedellere
takılmamalı. O ayrı bir tartışma konusu. Buradaki mevzu,
herkesin hakkı olan insanca çalışma şartlarıdır.
Beşiktaş’ta Koray Avcı ve Burak Yılmaz’tan daha az verimli
Ricardinho, Higuen, Nobre, Diatta gibi yabancı oyunculara neden
bu şekilde davranılamadığını araştırmak gerekiyor.
Sözleşmesi
karşılıklı feshedilen Diatta’ya ne ödendiği hala muğlâkken,
yabancıların sözleşmelerindeki maddelerin, yerli oyuncularla
kıyaslandığında nasıl farklı olduğunu söylemeye gerek bile yok.
O halde aradaki bu farklılığı gidermek için bütün futbolcuların
bir araya gelip haklarını koruyacakları bir örgütlenmeye
gitmeleri gerekiyor. Bunun adı da sporcu sendikasıdır.
Freni patlamışçasına akıp geçen bir yılın ardından umarım 2008
tüm çalışanların dilediği gibi bir yıl olur. Mutlu seneler.