"Ne kadar az
yüksekten uçarsan,
düştüğün zaman
o kadar az incinirsin. "
Bir Tibet Atasözü
Mehmet Aurelio, marco Aurelio, Lincoln,
Cassio Lincoln, Fatih Terim, Mehmet Marco Aurelio
Erkut Tekin
23 Ekim 2007
Sırada Lincoln’mü var?
Birbiri üzerine gelen sıkıntı dolu bir
sürecin içinden geçtiğimiz şu günlerde, futbolun keyfine varmak
kolay iş olmasa gerek.
Güney Doğumuzdaki kahreden ölümler, yaşam ile oyun arasındaki
tercihimizi de ister istemez etkiliyor.
Yine de tüm bunlar olurken işimizi yapmayı, yani futbol
dünyamızda yaşanılanları yorumlamayı bırakamıyoruz. Hayat böyle
bir döngü işte.
Geçen Çarşamba günü “öğreten adam ve öğrencilerinin” yaşattığı
hayal kırıklığından sonra çok şey konuşuldu, yazıldı.
Ancak satır aralarında geçiştirilen bir şey sanırım yeterince
tartışılmadı. Ali Sami Yen’de duyulan ıslıklar ve istifa sesleri
arasında Mehmet (Marco) Aurelio isminin alkışlanması, diğer
oyuncularımızın ise küllüm eleştirilmesi basınımızda da kendine
yer buldu.
Buldu bulmasına ama acaba gerçekler yazılanlar gibimiydi?
Tribünlerin Mehmet’i alkışlaması ve diğer oyuncuları protesto
etmesi, gösterdikleri performans ile mi alâkalıydı?
Hiç sanmıyorum.
Teknik direktöründen, federasyon başkanına kadar herkesin
futbolcuları Ordu Milli Takımı havasına sokmaları ve spor
basınının bu maçı PKK ile hesaplaşma zemini imiş gibi sunması
sayesinde tribünlerdeki binlerce insan, alınan kötü sonuca
böylesi bir tepki gösterdi.
Oysa Mehmet Aurelio’da tıpkı arkadaşları kadar kötüydü maçın
çoğu bölümünde. Ama tribünlerin nazarında onun bir mazereti
vardı. Devşirme kültürünün son örneklerinden biri olması
sayesinde çok iyi oynamasa da pozitif ayrımcılığın ödülünü aldı.
Maçtan sonra herkes Mehmet Aurelio’yu överken asıl gerçekten
niye uzak durdular anlamak mümkün değil.
Sinyor Terim, göreve geldiği ilk gün “70 milyonluk bir ülkeden
aslanlar gibi 70 tane oyuncu bulamayacak mıyız?” dediği an
aslında ilk hatasını yapmıştı.
Çünkü bu ülkenin Süper Liginde tam 58 tane gurbetçi oyuncu
bulunmaktaydı. Bunun anlamı şudur; 18 takımlı ligimizdeki
gurbetçileri toplarsanız 5 tane takım kurabilirsiniz.
Demek ki diğer bir deyişle, 70 milyonluk Türkiye, yurt dışında
yaşayan yaklaşık 4 milyonluk Türk nüfusu kadar yetenekli
değildi.
Ama asıl gerçeğin bu olmadığını hepimiz biliyoruz.
Bilimsellikten ve uzun vadeli plânlardan uzak olan alt yapı
ayıbımızın ürünüydü bunların hepsi.
Kaldı ki Fatih Terim hoca, Galatasaray’da ki en başarılı
döneminde bile Emre Belezoğlu ve Fatih Akyel den gayrı
altyapıdan göze batan başka bir oyuncu çıkartamamıştı.
İşte bu hatasının farkına vardığı an çark etti Fatih Terim hoca.
Önce Mehmet Aurelio’yu Milli Takıma aldı, ardından da yurt
dışında top koşturan 21 yaş altı Türk oyuncuları millileştirme
politikasına başladı.
Ama o oyuncuların bir çoğu bu teklifi ciddiye almadı. Çünkü
kariyerlerini pasaportları ile değiştirmek istemediler. Her
neyse. Asıl konumuza dönelim biz.
Tüm bu tartışmalar devam ederken bu seferde Cassio Lincoln’ün
adı Milli Takımla anılmaya başlandı.
Henüz ülkemize geleli 4 ay olan Lincoln’ün dahi şaşırdığı bu
tartışmaların masumane olduğu kimse söylemesin.
Yönetsel bir krizin göbeğinde kalan ülke futbolunun patronları,
bu ve benzeri çıkışlarla geçici çözümler peşindeler.
Sınırsız yabancı tercihinin doğru olduğuna inanmam kadar, damdan
düşer gibi Milli Takıma oyuncu alınmasına da bir o kadar
karşıyım.
Alt yapı sorununu çözmüş, sınırsız yabancı kriterlerini
belirlemiş bir ülkede, insanlar ne yabancı oyuncuların
çokluğundan korkar, ne de onlardan birisinin Milli Takıma
alınmasından.
Bu tartışmalar sürüp giderken Beşiktaş Kulübü yöneticisi Levent
Erdoğan Bey’in derbilere yabancı hakem düşünüyoruz sözünü
duyduğumda puzzle tamamlandı kafamda.
Yabancı hayranlığı ile faşizan fikirler arasında gidip gelen
futbolumuzun dengeyi bulması umarım çabuk olur. Ancak arka
arkaya yaşadığımız bu olayları düşününce işimizin çok zor olduğu
da ortada.