"Ne kadar az
yüksekten uçarsan,
düştüğün zaman
o kadar az incinirsin. "
Bir Tibet Atasözü
Antu.com, Arthur Antunes Coimbra, avrupa şampiyonası, Aziz Yıldırım, Brezilya Spor Bakanı, Brezilyada Spor Bakanlığı, Daum, Dünya Kupası Finalleri, Erkut Tekin, fenerbahçe, galatasaray, gerets, Hidding, Löw, Pele, Samet Güzel, Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali, Zico
Erkut Tekin
27 Haziran 2008
Hoşçakal Zico
Avrupa Şampiyonası’nın heyecanıyla dolup taştığımız şu günlerde
bir güzel insanı, deyim yerindeyse “Adam gibi bir adamı”
uğurladık ülkemizden.
Uğurladık dediğime bakmayın siz. Gönderdik demek daha doğrusu.
Zira, tercüman Samet Güzel’den başka kimsecikler yoktu yanında.
Zico ile tanışmamız, 2005/2006 sezonunda Gerets’li
Galatasaray’ın şok yaşatan şampiyonluğu sayesinde olmuştu.
Denizli’de kaçan şampiyonluk sonunda Daum’un Almanya bileti
kesilirken, bir yandan da Başkan Aziz Yıldırım’ın “görevi
bırakıyorum, bıraktım, vazgeçtim bırakmıyorum” replikleriyle
bizlere oynadığı o meşhur “çok perdelik” oyununu izlemiştik.
Hakikaten Başkan Yıldırım’ın performansı harikaydı o oyunda.
Sağlık sebepleri, göz yaşartan ayrılık sahneleri vs. vs…
Bugün bile birçok Fenerbahçeli dostumuz “Galatasaray’ın
başarısını gölgelemek için” yapılan bu manevrayı öve öve
bitiremiyor. Oysa Sayın Yıldırım’ın o günlerde yaptığı
“Reformlarımı devam ettirebilecek bir aday göremediğim için
döndüm” açıklaması, Fenerbahçeliler adına daha önemli bir mesaj
olmalıydı. Herneyse… Zaten, spor basını da bu demeci gerektiği
şekliyle tartışmamıştı.
İşte böyle gel-gitler arasında hoş geldin dedik Arthur Antunes
Coimbra’ya. O, birçok Brezilyalıya nazaran kısa sayılabilecek
gerçek ismiyle pek anımsanmasa da, belleklerin asla unutmayacağı
Zico’ydu.
Futbolculuğunun son demlerinde gittiği Japonya’dan yıllar sonra
ülkemize geldiğinde, beraberinde sayısız başarıları da
getirmişti.
Üç Dünya Kupası gören, bir kez Yılın Futbolcusu seçilen,
Brezilyada Spor Bakanlığı yapan ve Japonya’yı Dünya Kupası
Finallerine taşıyan adam artık Türkiye’deydi.
Ama gelin görün ki; sözleşmesini imzaladığı gün, Türkiye’nin
lokomotif gazetelerinin manşetlerini “Ri-Zico” başlıkları
süslemişti. Kim bilir aklından o an neler geçirmişti Zico? Belki
de utanmasa “Ben buraya gelmeden evvel Asya’da en değerli Teknik
Direktör seçildim” diye haykıracaktı!
Neredeyse sezon başlarken gelmesine rağmen, takımına olan
inancını her seferinde tekrarlayan Zico, yumuşak tavırları ve
oyuncularını koruyan yapısıyla kısa sürede kendini sevdirmesini
bildi.
Kazandığı her maçtan sonra kendisi için “Stajyer hoca”
benzetmesi yapan medyaya bile hiçbir zaman kırıcı olmadı. Bu
kadar parlak bir kariyerle, böylesine beyefendi olmak, başka
kime bu denli yakışırdı ki?
O’na yapılan her türlü saygısızlığa rağmen, sezon sonunda
şampiyon takımın hocası olarak yaptığı ilk basın toplantısında
“Takımıma teşekkür ediyorum” diyen kişi yine Zico’ydu.
Başarılı bir çalıştırıcıda olması gereken her şey vardı
Brezilyalı futbol idolünde. Ama beni en çok etkileyen tarafı
sakinliği ve saygı dolu duruşuydu.
Bir sonraki sezonda, bu kez hem lig, hem de Avrupa başarısı
istiyordu kulübü O’ndan. Fenerbahçelilere sıfır çekilen
Şampiyonlar Ligi maceralarından sonra Çeyrek Final görmenin
sevincini yaşatırken, O, Final’i kaçırmanın üzüntüsünü
yaşıyordu.
Şampiyonluğu Galatasaray’a kaptırmanın dışında hiçbir eksiği
olmayan Zico’nun Türkiye macerasının kısa özeti budur.
Aziz Yıldırım’ın faturayı O’na kesmesi, aslında pek de yabancı
olmadığımız bir durum. Geçmişte başarısız diye gönderilen Löw ve
Hidding’i bugün Avrupa Şampiyonası’nın zirvesindeki takımlarda
görüyorsak, işte asıl bu hastalığı incelemeliyiz! Bir gün
Zico’da karşımıza böyle çıktığında “nerede hata yaptık?” dememek
için bu ayrılığı bir de bu açıdan eleştirmek istedim.
Zico, isteseydi Fenerbahçe Kulübünde çalışmaya devam edebilirdi.
Ama O, çalışma arkadaşlarını savunmayı tercih etti ve sırf bu
yüzden iyileştirilmiş, yüklü bir maaşı reddetti.
Türkiye’de kaldığı iki yıl boyunca bir şampiyonluk ve bir
ikincilik gören, Şampiyonlar Ligi’nde ise Çeyrek Final’e ulaşan
bir teknik adamın da bu kadar lüksü olsa gerek.
Giderken dahi kimseyi incitmedi. İsmindeki Antunes’e olan
benzerlikten mi, yoksa Fenerbahçe seyircisine olan saygısından
mı bilinmez, sadece Antu.com’a verdiği demeçle çekip gitti
aramızdan.
O’na “Hoşçakal beyaz Pele” demiyorum. Çünkü asla bu benzetmeden
mutlu olmamıştı yaşamında. O’na Fenerbahçe seyircisinin açtığı
pankart gibi sesleniyorum.