Geçen seneydi. Şampiyonluk yarışının iyice kızıştığı 
							haftaların birinde, zor da olsa kazanılan bir maçın 
							ertesinde kameralar Nonda’yı gösteriyordu. Oğuz 
							Tongsir’in sorusu hala kulaklarımda. “Takım 
							arkadaşlarının birçoğu kendini hemen yere attığı 
							için herkes tarafından eleştirilirken, sen ısrarla 
							ayakta durmaya çalışıyorsun. Aranızdaki fark ne?” Ve 
							beni şok eden cevap: “Futbol bir karakter oyunudur”
							
							Bu sözlerin sahibi olan Shabani Nonda hâlâ bilindik 
							karakteriyle dimdik duruyor. Ancak o ve birkaç 
							oyuncu dışında Türkiye futbol piyasasındaki karakter 
							kirliliği, gün geçtikçe daha da derinleşmekte. Geçen 
							7 haftanın sonunda görüldü ki, oyuncularımız bu yıl 
							derslerine daha da iyi çalışmışlar. Puan hırsızlığı 
							diyebileceğimiz şeyleri hiç sıkılmadan yapan bu 
							kişiler, kamera karşısında da pişkin cevaplar 
							verebilmekteler.
							
							Bu durum hemen hemen tüm takımlarda görülüyor. Ama 
							yıllardır Galatasaray’ı takip eden birisi olarak, 
							son haftalarda sarı-kırmızılılar da bu durumun 
							gittikçe yükseldiğini söylemek zorundayım. Önce 
							Servet Çetin’in Trabzonspor maçında attığı gol için 
							kaçamak cevaplar vermesi, ardından da Milan Baros’un 
							Eskişehirspor maçındaki muhteşem (!) golü bu duruma 
							denk düşen örnekler oluyor.
							
							Bir de Ümit Karan vakası var ki; tek başına bir yazı 
							vesilesi bizlere. Ümit’in futbol oyun kurallarını en 
							az bizler kadar bildiğine olan inancım tam. Ancak, 
							Eskişehirspor’un attığı ikinci golde yardımcı 
							hakemin zaafını bu derece art niyetlice kullanması 
							hiç de yakışık almadı. Buna rağmen Fırat Aydınus’un 
							kararından vazgeçmeyip ‘tüfek’ gibi karşı durması 
							çok önemliydi. Aydınus, belki de Türkiye hakemliği 
							adına tarihi bir sınav verdi.
							
							Şimdi isterseniz en başa dönelim ve malum soruyu bir 
							daha soralım. Futbol gerçekten bir karakter oyunu 
							mu? Yoksa bizim hayalimizde kurduğumuz, olmasını 
							istediğimiz düzmece bir hikâyenin yeşil sahalara 
							yansıması mı? Muhtemelen öyle ki; en küçük dürüstlük 
							kokan davranışı bile ayakta alkışlar olduk. Adını 
							Fair Play olarak değiştirdiğimiz insani tavırların 
							en küçük kırıntısında dahi ödüle boğuyoruz 
							sporcularımızı.
							
							Kabul edelim, hepsi hikâye...
							
							Ve adını da doğru koyalım. Futbol artık oynarken 
							dizlerimizin kanadığı o bildiğimiz oyun değil asla…
							
							Ya da arşivlerden önümüze gelen Can Bartu ve Metin 
							Oktay’ın formalarını değiştirdiği siyah-beyaz bir 
							fotoğraf karesi hiç değil…
							
							Futbol, artık para uğruna sahtekârların alkışlandığı 
							endüstriyel bir oyun(cak) !
							
							
							
 





 
 
              	

 
 
            