"Ne kadar az
yüksekten uçarsan,
düştüğün zaman
o kadar az incinirsin. "
Bir Tibet Atasözü
Fatih Terim, Haluk Ulusoy, Emre Belezoğlu, show business, milli
takım.
Erkut Tekin
27 Kasım 2007
Buzlar Eridi... Ya Gerçekler ?
Fatih Terim ve Haluk Ulusoy
Hepimizin bitirmekte zorlandığı bir 90
dakikanın sonunda artık finallerdeyiz. Elbette önemli bir sonuç
bu.
Hele hele 2002 de kartvizitimize eklediğimiz dünya kupası
3.lüğünden sonra ıskalanan 2 büyük turnuvayı düşünürsek, bu
hasretin bitmesi şart olmuştu.
Eleme maçlarında düştüğümüz grubu ilk gördüğümüzde birçoğumuz
“tamam, bu iş oldu” dedik, ama sonra anladık ki şişman kadın son
şarkıyı söylemeden hiçbir şey bitmiş olmuyor. Yani son düdük
çalınana değin, peşin fikirli olmanın hiçte gereği yokmuş.
Çoktan garantilenebilecek bir periyodu son iki galibiyete
sığdırarak kazanan milli takım, bu sonuçla hem Fatih Terim’in
hem de federasyonun, vatandaşla arasında artan buzlanmayı da
eritti.
Bosna Hersek maçından önce internet gazeteciliğinin yaptığı bir
kamuoyu yoklaması çok enteresan bir sonuç çıkarmıştı karşımıza.
Yapılan oylamaya katılanların yaklaşık yüzde 47’si milli takımın
Avrupa şampiyonası finallerine gitmesini istemiyordu.
Daha Türkçesi; Fatih Terim ve Haluk Ulusoy antipatisi gerekçe
gösterilerek milli takımın başarısız olması umuluyordu.
Böyle bir düşüncenin doğruluğu tartışıladursun ben asıl
enteresanlığın başka bir noktada olduğu kanaatindeyim. Tüm
dünyada ve ülkemizde yükselmekte olan milliyetçi değerlerin
ışığında böyle bir tablonun ortaya çıkması çok enteresandır.
Toplumsal bir milli reddetmeye doğru giden süreçteyken son anda
gelen finaller, en azından şimdilik bazı şeylerin rafa
kalkmasını sağladı.
Bosna maçının özellikle ikinci yarısından itibaren taraftarların
sus pus olması da çok manidar bir durum.
Düşününki 30 dakika sonra final bileti alacaksınız ama
seyirciniz kenardan buna hiçbir katma değer sağlamıyor ve hatta
stattaki anons görevlisinin ısrarla “milli takım oleeeeyyy” ve
“haydi Sefa, uyuma” şeklindeki komik müdahaleleri bile oradaki
insanları kıpırdatmaya yetmiyorsa bunun mutlaka başka bir izahı
olmalıdır.
Neden insanlar bu tarz bir tepki verir sorusunun cevabını
futbolun sosyolojisini yazanlar mutlaka inceleyip bulacaklardır
ama görülen bazı şeyleri tekrarlamakta fayda var.
1- İlk Yunanistan maçı ile son Norveç maçı arasındaki 6 maçtan
sadece 6 puan alınması. (Macaristan maçındaki sürpriz 3 puan
buna dâhildir)
2- Fatih Terim’in turnuva boyunca yaptığı kadro tercihlerinin
istikrarsızlığı.
3- Yunanistan maçı sonrası Fatih hocanın eleştirileri
kaldıramayıp “ders veren adam” konumuna düşmesi.
4- Macaristan maçı sonrası Emre Belezoğlu’nun basın tribününe
yaptığı çirkin hareket.
5- Fatih Terim’in milli takımı benim takımım diye özetlemesi.
6- Konuşulan prim miktarları ve çoktan garantilenmesi umut
edilen periyotta son maça bırakılan umutlar.
7- Son ve bence en önemlisi, taraftarların futbolu değil de
sadece kazanmayı sevmeleri. Oysa bu bir oyun ve bu oyunu
normalde sadece iyiler kazanır.
Tüm bunları bir araya getirdiğinizde doğal bir antipati ve
cezalandırma refleksi çıkıyor ortaya. Elbette olayların bu
boyuta gelmesinde spor basınının çok ciddi vebali vardır.
Önce ilahlaştırıp, yere göğe sığdıramayan basın, ardından bariz
linç manşetleriyle verdiğini geri almaya çalıştı bu süreçte.
Bunun adı samimiyetsizlikten başka bir şey değildir. Omurgasız
kimlikleriyle medya patronlarının ve sportif egemenlerin kuklası
olmaktan öteye gidemeyen spor basını, bu süreçte hem gittikçe
azalan inandırıcılığını kaybetti, hem de oportünizmin kucağına
oturarak mesleğin genç kuşağına çok kötü bir miras bıraktı.
Gelinen noktada Mayıs ayından sonra yine heyecanlı ama kaygan
bir final serisi bizi bekliyor. Bu zaman dilimi içerisinde gerek
milli takım ve kurmayları, gerekse spor medyası aldığı yaraları
hızla iyileştirmenin çarelerini aramalı.
Türkiye futbolunun yeniden yapılanması için bir fırsat olarak
görülmeli bu turnuva. Başarıdan ziyade anlayış ve algılayış
üzerinde kafa patlatılmalı.
Bu olmadığı için biz sadece dünya kupası 3.sü olabildik. Eğer
olsaydı unvanımızda dünya 3.lüğü olurdu zaten.
Futbolun basit bir “oyun” olduğunu düşünerek başlamak belki de
en doğrusu olacak.
Çünkü endüstriyelleştikçe makineleşen bu gösteriyi sevmek çok
kolay olmuyor.
Artık bu oyunun evrensel bir Show Business olduğunu inkâr
etmesek de benim gönlümden yinede sadece “Show” olduğu günlere
dönmek geçiyor…