Ne Daum’un sıkıcı ama sonuca giden futbolu, ne de 
							Zico’nun sabırla öğrettiği maç sonu mutlulukları. 
							Dün geceki Fenerbahçe’de bunların hepsi özlenen 
							değerler bütünüydü. Bu olumsuz tablonun varlığına 
							rağmen, tribünlerdeki sarı lacivertlilerin inancı 
							için gecenin en güzel tarafı dersek yanılmış 
							olmayız. 
							
							Maçın başlama düdüğüyle birlikte umutlarında an be 
							an azaldığı karşılaşmada, Aragones’in bazı 
							tercihlerde hatalı olduğu söylemeye bilmem gerek var 
							mı?.. EURO 2008 kampında bitirilen Emre Belözoğlu 
							transferi için “bomba” benzetmesi yapan kimi 
							meslektaşlarımızın o gün yazdığı yazıları yeniden 
							okumasının zamanı geldi de geçiyor. Tecrübeli 
							oyuncu, el freni edasıyla takımını yavaşlatmaktan 
							başka hiçbir şey yapmadı yine. Koca 45 dakika içinde 
							bir tek olumlu iş yapamayan Emre’ye kimsenin kızmaya 
							hakkı yok. Zira Emre, hemen hemen 5 yıldır aynı 
							Emre. Bu maçta sakatım dememesi bile onun adına 
							olumlu sayılmalı bence. Tabii, bonservisi ve kendisi 
							için verilen Sterlinlerin muhasebesini yapmak ayrı 
							bir yetenek gerektirdiğinden konuyu ilgililerine 
							bırakıyorum! 
							
							Oyunun henüz ısındığı dakikalarda Volkan Demirel’in 
							klasikleşen hatası olmasaydı, belki de maçın sonunda 
							yazılan bu satırların size seslenişi çok farklı 
							olabilirdi. Çünkü Fenerbahçe bu sene öyle bir takım 
							ki, geriye yaslandığını sandığınız her anın ardından 
							rakibini sürklase edebiliyor. Hem de kabız Güiza’ya 
							rağmen! Evet, eğer Güiza için bir benzetme 
							yapılacaksa benim terciğim kabız olacak. La Liga’da 
							penaltısız kral olan bu adam, yalnız oynamanın ne 
							menem bir şey olduğunu sanırım artık iyice 
							öğrenmiştir. En kötüsü de ona bunu öğretenin 
							vatandaşı Aragones olması. Önce Türkiye’ye getirdi, 
							sonra da yalnızlar rıhtımına…
							
							İkinci golün ardından yaşanan dakikalarda başka gol 
							yenmemesi sevindiriciydi. Eğer Volkan’ın melül melül 
							baktığı o top direkten dönmemiş olsaydı, maç daha 
							ilk yarıda boş tribünlere karşı oynanabilirdi. Neyse 
							ki olmadı ve 0-2’lik skorla başladı ikinci yarı. Bu 
							kez sahada esmer güzeli Cazım Cazım’ı (Colin mi 
							deseydim?) gördük. Emre Belözoğlu’nun alternatifi 
							olarak oyuna dâhil olan genç futbolcu, bir kez daha 
							ne kadar özel bir oyuncu olduğunu hemen hissettirdi 
							bizlere. Dedesiyle girdiği anlamsız çekişmelerin 
							sonucunda habire kulübe cezası alan Colin’in iyi 
							oyunuyla birlikte bir de gol atması, belki de 
							futbolun Dede’ye 70’inden sonra öğreteceği son 
							tecrübeydi. Kim ne derse desin, futbol hala 
							yetenekli oyuncularla oynanınca güzel. Ve Colin, 
							gerçekten yetenekli birisi.
							
							Maçın 1-2 bitmesi, aynı zamanda Fenerbahçe’nin 
							Şampiyonlar Ligi serüveninin de sona ermesi demekti. 
							Ama bana asıl garip gelen Fenerbahçe’nin oynamaya 
							çalıştığı futbol anlayışıydı. Kimse Fenerbahçe’ye 
							takım savunması yapamıyor filan demesin. Tam tersi, 
							bana göre Fenerbahçe, Alex’e rağmen gayet iyi takım 
							savunması yaptı. Asıl sorun savunma yapması gereken 
							en elzem olan yerin, yani defansın savunma 
							yapamamasıydı. Yasin Çakmak, tüm iyi niyetine rağmen 
							yetersiz bir futbolcu. En azından Fenerbahçe için 
							böyle. Yedeğin de yedeği olan Can Arat zaten artık 
							kayıp. Yaşlanan Carlos ve futbolu unutan Önder 
							Turacı’yı da saydığınızda, önümüzdeki yıl aynı 
							defans oyuncularının Fenerbahçe için ne derece 
							tehlikeli olacağını anlarsınızdır.
							
							Maçın hakemi için bir ara tribünler homurdansa da 
							oyunun katiliydi demek imkânsız. Porto’nun attığı 
							ikinci golde pozisyonu süzememiş olabilir, ancak 
							kesinlikle art niyetliydi diyemeyiz. Zaten öyle 
							olsaydı Yasin Çakmak’ı ilk yarı, Uğur Boral’ı da 
							ikinci yarı ihraç etmemesi için hiçbir nedeni yoktu.
							
							
							Sonuç olarak, bu sezona gelene kadar kendi sahasında 
							15 maçlık bir seri yakalamış olan Fenerbahçe, ne 
							yazık ki, Luis Aragones yönetiminde galibiyetle yine 
							tanışamadı. Sizce bu durum hafta boyunca çok 
							konuşulan kimi eksiklerin “eksikliği” mi, yoksa 
							sezon başında gururla sunulan çalımlı ve pahalı 
							transferlerin yetersizliği mi? Kimbilir, belki de 
							cevap maaşına zam istediği için Zico’ya yol veren 
							Aziz Yıldırım’da saklıdır…
							
							
							
							 





 
 
              	

 
 
            