Yiğiter Uluğ, Kanal
24, Murat Murathanoğlu, Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş,
Cola Turka, Barcelona, Real Madrid
Erkut Tekin ve Yiğiter Uluğ Röportajı
Yiğer Uluğ ile Pazar Sohbeti

Bu ülkenin
zencileri Anadolu gençleri!
Tarafsızlığı ve üslûbu ile tüm sporseverlerin sempatisini
kazanan spor yazarı ve yorumcusu Yiğiter Uluğ ile sporu ve
gündemdeki sorunları konuştuk.
İlk buluşma adresimiz
Baltalimanında ki bir cafe olmasına rağmen malûm İstanbul
trafiğinin yoğunluğu bizi Etiler’de ki başka bir cafeye
götürdü.
Simit ve çay
eşliğinde yaptığımız kahvaltının ardından, bir de hesabı
Yiğiter Uluğ ödeyince tadına doyulmayan bir söyleşi çıktı
ortaya.

E.T.: Öncelikle hayırlı olsun.
Yeni bir proje ile basketbol severlerin karşısındasınız
yine.
Teşekkür ederim. Evet, bundan böyle Kanal 24’de Murat
Murathanoğlu ile birlikte hem Euroleague hem de Galatasaray
Cafe Crown, Fenerbahçe Ülker ve Beşiktaş Cola Turka’nın ULEB
maçlarını yorumlayacağız.
E.T.: Sizin takım tutmayan bir
spor yazarı ve yorumcusu olduğunuzu biliyorum. Bizim
ülkemizde bu duruma pek rastlamıyoruz. Bu tercihiniz nasıl
oluştu?
Aslında küçükken Bursaspor’u tutardım. Ancak zamanla bir
takım tutmanın çokta benim yapıma uygun olmadığını fark
ettim.
Kayıtsız şartsız bir
takımın taraftarı olabilmek gibi bir yeteneğim yok. Bu
siyasetende böyledir.
Hiçbir zaman falanca
görüşün sonsuza kadar taraftarı olmak fikri bana doğru
gelmedi. Bir kere homojen bulmuyorum bu durumu.
Ayrıca bir takımın
taraftarı olduğunuzda nedense o takımın yöneticilerinin ya
da taraftarlarının yaptığı her davranışı, her kararı
onaylayıp aklayabiliyorsunuz.
Aynı davranışı karşı
taraf sergilediğinde ise bu sefer karşı çıkıyorsunuz. Mantık
dışı bu duruma benim içimdeki adalet mekanizması razı
gelmiyor. Gönlüm el vermiyor yani.

E.T.: Buna rağmen bir dönem
İspanya’da Barcelona takımıyla beraber çalıştınız. O zaman
da mı durum böyleydi?
Barcelona’ya gitmeden evvel ona karşı içimde sempati vardı.
Ama bu taraftar olmak gibi bir şey değil.
Sempati
yani. Meselâ geçen yıl Messi bir golü eliyle attıktan sonra
Barcelona’nın değil de Real Madrid’in şampiyon olmasını
istemiştim.
E.T.: Türkiye’de spor yazarı
dediğimiz insanların büyük bir kısmı maalesef takım
yazarlığı yapıyor. Buna ne diyeceksiniz? Ya da spor yazarı
olmak için sadece futbol yazmak yeterlimidir?
Bu dünyanın her yerinde yaşanan bir durum. Ancak oralarda
daha çok yerel medyanın tavrıdır bu. Yani bir kentin takımı,
o kentin gazetelerinde hep ilk sayfalarda olur.
Türkiye’de ise durum
farklı. Burada İstanbul, Türkiye olmuş durumda. Üç İstanbul
takımı Türkiye’nin her yerinde öne çıkıyor. Ayrıca spor
yazarlığı mı, takım yazarlığı mı tartışması çok derin bir
konu.
Bir kere Türkiye’de
ne kadar spor yapılıyor onu bilmek gerekli. Sporun can
çekiştiği bir memlekette, spor yazarı olarak kalabilmek çok
zor.
Örneğin tenisin,
atletizmin, boksun ya da yüzmenin olduğu bir ülkede, bu
sporların doğal bir rant yaratması gerekir ki; bunları takip
eden yazarlar bu işten ekmek paralarını kazanabilsin.
Eğer dediğimiz bu
durum yoksa insanlar yaşamlarını sürdürebilmek için en çok
ilgi gören spor olan futbolun yazarlığını yapıyorlar. Doğal
olarak da belli başlı takımların yazarı oluyor bu kişiler.

Açıkçası kendimi de
eleştiriyorum bu noktada. Bende hiçbir zaman sırf basketbol
yorumcusu olarak kalamadım bu ülkede.
Yaşam şartlarının
getirdiği zorluklar neticesinde gazete, TV ve radyolarda
futbolla da ilgilendim.
Eğer bu ülkede
örneğin jimnastik sporu yorumcusu olarak yaşamak
istiyorsanız ya çok zengin olacaksınız ya da ek iş
yapacaksınız ne yazık ki.
E.T.: Spor
yazarlarının durumu böyle. Peki, spor yapmak isteyen gençlik
için neler söyleyeceksiniz?
Şimdi bulunduğumuz yerin biraz ilerisinde Akmerkez var.
Orası bizim dönemimizde İstanbul’un en büyük amatör
sahasıydı.
Sokaklar bile bizim
için futbol sahasıydı. Şimdi ise çocuklar okuldan döndüğünde
evden çıkacakları oyun alanlarından mahrumlar.
Bilgisayar ya da
PlayStation üzerinde oynadıkları menajerlik oyunlarıyla spor
yapabiliyorlar.
Ayrıca işin birde
eğitim boyutu var. Spor alanlarının azlığı ve okul
hayatlarının baskınlığı yüzünden sanki spor daha çok
Anadolulu gençlere kalıyor. Şehirli çocuklardan artık çok
fazla üst düzey sporcu çıkacağına inanmıyorum.
Çünkü çocuklar
buralarda oynayamıyorlar, terleyemiyorlar, kavga edemiyorlar
ve en önemlisi yenmeyi ve yenilmeyi öğrenemiyorlar.
Yani biz sporcu
yetiştirmiyoruz, seyirci yetiştiriyoruz. Anadolu’da hayat
daha farklı. Hem belirgin bir yokluk, hem de bu yokluğun
verdiği ezilmişlik var.
Okuyamıyorlar
ve kendilerini ispat etmek için fırsat arıyorlar. Maalesef
Türkiye’nin zencileri Anadolu gençleri.
Bu durum Amerika’da
da böyle. Orada, siyahîler sporu istilâ ettiler diye
serzenişler var. Ama hem siyahilerin kas üstünlükleri hem de
yaşadıkları kötü koşullar onları sporcu olmaya zorluyor.
Kurtuluşu sporda buluyorlar.

E.T.: Peki gündem için ne
diyeceksiniz? Meselâ Milli Takım ve Fatih Terim ile ilgi
düşünceleriniz neler?
Öncesine bakmak lazım biraz. Şenol Güneş’in ve Ersun
Yanal’ın nasıl harcandıklarını bilmek gerekir.
Ne yapmışlardı da
yollamıştık onları? Fatih Terim’den daha mı kötüydü
performansları? Değildi tabiî ki.
Kaldı ki Fatih Terim,
kendisinden öncekilerden farklı olarak hiçbir şey koyamadı
ortaya. Ama ona gösterilen tolerans spor tarihimizde hiçbir
teknik da adama gösterilmedi.
Özellikle Ersun
Yanal’ın hatası, Hakan Şükür ile yaşadığı polemikteki
gerçekleri çıkıp da insanlara tam manasıyla anlatmamasıydı.
Bazı ufak tefek
şeyler daha vardı, ama bunların hiç birisi onun apar topar
gönderilmesi için yeterli değildi. Federasyon bazında da
sorunlarımız var.
Örneğin Emre
meselesinde hiçbir ilgili gerekli açıklamayı yapmadı. Şimdi
biz finaller yolunda başarısız olsaydık Emre’nin karşısına
geçip hareket mi yapacaktık? Bu dengeleri koruyamayan
federasyonlar ve teknik kadrolar bizi şampiyon yapsalar ne
çıkar ki?
E.T.: Son günlerde
Güneydoğuda yaşadığımız kahredici olaylar her yerde tepkiyle
karşılandı. Ancak spor medyası ve statlarda bu tepki çok
daha büyük ve örgütlü gelişti.
Hatta Erman Toroğlu
Kalli için canlı yayında terörü destekleyen birisiymiş gibi
imalarda bulundu. Sizce spor medyası zaten bu kadar hassas
mıydı yoksa tiraj uğruna statlarda gelişen milliyetçi
akımlara şirinlik mi yapıyorlar?
Evet, o Kalli olayını
bende duydum. İnsanların çizmeyi ne kadar aşacaklarını
bilemiyorsunuz işte. Bu ülkede ne yazık ki TV de yorumcu
olan bir kişi, bir süre sonra her şeyi bildiğini sanmaya
başlıyor.

Kimsede kalkıp dur
demiyor. Bir spor gazetesi siyah forma işini ortaya attı.
Bunlar tehlikeli numaralardır.
Aslında siyah
formanın kabul edilmeyeceğini bunu ortaya atanların hepsi
biliyordu. Ama halk bilmez. Federasyon da ortaya çıkıp
“kardeşim UEFA kriterleri bunu yasaklamıştır, olmaz”
diyemedi.
Dostlar alışverişte
görsün deyip başvurdular ve reddedildi. Sonrada sokaktaki
adama “ bu Avrupalılar zaten Türk düşmanı” demek düştü.
İlkokul düzeyindeki
tarih ve vatandaşlık bilgileriyle, sırf tiraj alabilmek için
bu tip milliyetçi tavırları yıllardır görüyoruz biz medyada.
E.T.: Marco Aurelio’nun
devşirilip Ulusal takıma alınmasından sonra başlayan
tartışmalara ve Lincoln’ün Türk statüsüne alınma teklifine
ne diyorsunuz?
Aslında en başa dönüyoruz bu soruyla. 70 milyonluk bu ülkede
70 futbolcu çıkarırım iddiasıyla göreve gelip bunu
başaramazsan ve de önüne gelene mağlûp olup şamar oğlanı
olmak istemiyorsan, bir takım şeylerde oynamalar yapmak
zorunda kalırsın.
Halkın spor yapacak
alanlarının ve fırsat eşitliğinin olmadığı bir ülkede başka
ne yapabilirsin ki? O zaman kendi garibanlarını
oynatamıyorsan gider Brezilyanın garibanlarını ithal eder,
onları oynatırsın.
Ama bununda sonu yok.
Çünkü bir yerden sonra yürümez bu sistemde. Sonuçta Ulusal
takımda belki bir tane Brezilyalıya yer olabilir ama daha
fazlası elbette sıkıntı yaratacaktır.
E.T.: Son sorum şu; zorda olsa
Avrupa şampiyonası finallerine hak kazandık. Devamı gelir mi
sizce?
Bunu söyleyebilmek için zamanı ileri sarmam lazım. Umut
ediyoruz ki Terim ve federasyon, turnuva boyunca yaptığı
hatalardan derslerini almışlardır.
Sadece onlar
değil medya ve diğerleri de bu dersi almıştır. Total bir
aklıselimlilikle çıkılacak yolda başarının mutlaka
kazanılacağına inanıyorum. Belki hemen yarın olmayacaktır
ama mutlaka bir gün olacaktır.
Ben de son olarak
bütün herkese selamlarımı iletiyorum.

»
Tekince Anasayfa
»
Diğer Röportajlar
|