|
Tuğrul AKŞAR
22
Ağustos 2006
Üç
büyükler ve Türk Futbol
Pastasının Paylaşımı
Futbolumuzun bugün önünde iki temel sorun bulunuyor.
Bunlardan ilki, rekabetçi dengeyi sağlayacak ve haksız
rekabeti ortadan kaldıracak bir yapıya hala ulaşılamamış
olması; ikincisi ise mevcut sınırlı kaynakların dengesiz
dağılımı ile bu kaynakların etkin ve verimli
kullanılamamasıdır.
Bu iki temel sorun futbolumuzun kalitesini olumsuz
etkiliyor; sportif ve mali başarının önünü kesiyor.
Yaptığımız hesaplamaları baz aldığımızda Türk futbol
pastasının büyüklüğü 450 ila 500 milyon dolara ulaşıyor. Bu
büyüklük 12,5 milyar dolarlık Avrupa futbol pastasının
yaklaşık yüzde dördüne karşılık geliyor. UEFA’ya bağlı 52
ülke içinde, toplam 342 milyar dolarlık GSYİH(gayrisafi
yurtiçi hasıla) ile en büyük onbirinci ülke olmamıza karşın,
sahip olduğumuz futbol gelirinin Avrupa futbol pastasından
yeterli payı alamadığı ortaya çıkıyor.
O halde öncelikle yapılması gerekeni sorgulamalıyız...
Yükselen bir değer olarak Türk futbolunun Avrupa ve Dünya
futbol pastasından daha fazla pay alabilmesi için neler
yapmalıyız?
Öncelikle Türk futbolunun sosyo-ekonomik yapılanışını iyi
analiz etmemiz gerekiyor... Bu bağlamda konuya
yaklaştığımızda Türk futbolunun bugün çok ciddi altyapı ve
üst yapı sorunlarının bulunduğunu görüyoruz.
Tesis ve stat olarak yeterli alt yapıyı sağlayamayan
kulüplerimizin, sahip olduğumuz yetenek havuzunu da efektif
kullanamadıklarını görüyoruz.
Kulüplerin yönetimlerinde hala konvansiyonel düşünceye
sahip, dar vizyonlu, çağdaş ve profesyonel yönetim
anlayışından uzak zihniyetler iş başında... Çağımız
futbolunun endüstriyel dönüşümünü yakalayamayan, hala
kulüpleri sadece sportif organizasyon olarak değerlendirip,
onları birer ekonomik organizasyon olarak algılayamayan ve
kavrayamayan yöneticilerden, neredeyse yüzmilyonluk
bütçeleri yönetmelerini bekliyoruz.
Bunlar futbolumuzun yapılanışındaki sosyal ve yönetsel zaaf
dan bir kısmı belki...Ancak esas önemli sorun: Futbolumuzu
Avrupa’da ve dünyada sportif ve mali başarıya taşıyacak
parasal gelir düzeyimizdeki zaaflar...
Türk futbol pastası bugün itibariyle ne yazık ki olması
gereken büyüklükten çok uzakta...
Futbol pastasının yeterli
büyüklüğe ulaşamaması kulüplerimizin Avrupa’da başarılara
ulaşmasının önünü kesiyor. Avrupalı devlerle rekabet
edemiyoruz. Sportif başarı olmayınca, mali başarı da
gelmiyor. Türk futbolu kendisini yeniden üretecek ve
uluslararasılaştırabilecek başarılara imza atabilecek
yeterli kaynağı yaratmakta zorlanıyor.
Sorun sadece kaynak yaratamamaktan da kaynaklanmıyor. Var
olan pastanın paylaşımında da ciddi problemler var. Yaklaşık
450–500 milyon dolar büyüklüğündeki futbol gelirlerimiz,
kulüpler arasında rekabeti artıracak, teşvik ve şikeyi
ortadan kaldıracak, sportif başarıyı getirecek şekilde
kulüplere dağıtılmıyor, dağıtılamıyor...
Rekabetçi denge kurulamıyor, kulüplerimiz dengede rekabet
edemiyor. Bu nedenle Türk futbolu yükselen bir değer olarak,
Avrupa ve dünya futbolundan daha fazla pay alamıyor.
500 milyon dolarlık Türk futbol pastasının paylaşımına
bakıldığında ise üç büyük kulübün, toplam gelirin yüzde
otuzüçünü kendi aralarında bölüştüklerini görüyoruz.
Trabzonspor’u da dahil ettiğimizde bu pay %37’e kadar
çıkıyor. Sadece Süper Lig’deki kulüplerimizi baz alsak bile
geriye kalan ondört kulübün bu pastadan aldığı payın
ortalaması %4.5’a kadar düşüyor.
Kaldı ki, 2. 3. ve amatör
liglerimizi bu pastanın paylaşımına dahil etmeden bu hesabı
yapıyoruz. Durum bu olunca, ligin tepesindeki dört kulüp
ortalama %9,5 oranında pay alırken; kalan ondört kulübün
payı ise %4,5 civarında gerçekleşiyor.
Sonra da bu
kulüplerimizden rekabet etmelerini bekliyoruz. Hangi bütçe
ve hangi kaynakla bu kulüpler rekabet edecekler? Türk
futbolunun yapılanışındaki bu oligopolistik tekelci ve
dengesiz yapı devam ettiği sürece, biz aslında bu
kulüplerimizi rekabet etmemeye zorlamış oluyoruz.
2005 yıl sonu
itibariyle Üç Büyük Kulübün Finansal Göstergeleri |
(Milyon USD) |
Fenerbahçe |
Galatasaray |
Beşiktaş |
Ortalama |
Toplam |
Gelirleri |
96,6 |
34,9 |
28,7 |
53,4 |
160,2 |
Giderleri |
-106,0 |
-57,7 |
-37,4 |
-67,0 |
-201,1 |
Yıllık Net Açık |
-9,4 |
-22,8 |
-8,7- |
-13,6 |
-40,4 |
Banka Borçları |
51,2 |
59,0 |
43,0 |
51,1 |
153,2 |
Toplam Net Borç |
94,4 |
152,1(4) |
75,4 |
107,3 |
321,3 |
Yıllık Finansman
Gideri |
19,6(5) |
12,7(6) |
15,2 |
13,5 |
47,5 |
(1): Kulübün
arındırılmış toplam geliri 69,4 Mio USD'dir.
(2): Kulübün arındırmadan sonraki net yıllık açığı 38,5 Milyon Dolara
Yükselmektedir
(3); Yıllık kur farkı, komisyon ve faiz giderleri toplamıdır.
(4) : Bu tutarın 15.3 Milyon Doları Grup Şirketlerine Aittir.
(5): 2005 Yıl sonu rakamıdır.
(6): Gelir tablosunda bu rakam görünmekle beraber, hesaplanan rakam 9,5 Mio
$'dır
Kulüplerin yıl sonu faaliyet raporlarından
oluşturduğumuz yukarıdaki tabloda, bazı muhasebe
tekniklerini kullanarak, gerekli arındırmaları yaptığımızda Fenerbahçe’nin
yıllık net geliri 69.4 milyon dolara
gerilerken; kulübün yıllık net finansman ihtiyacı ise yaklaşık 38.5 milyon
dolara yükseliyor. Üç kulübümüzden
Fenerbahçe yıllık 19.6 milyon dolar finansman gideri yaparken, Galatasaray 12.7,
Beşiktaş ise 15.2 milyon
Dolar kur farkı, komisyon ve faiz gideri olmak üzere finansman yüküne katlanmış
oluyor.
Yukarıdaki tabloda yer alan değerler 2006
itibariyle değişebilir. Ancak bundan sonraki tablolarda da değişmeyecek tek şey,
bu kulüplerimizin toplam gelirden ve pastadan aldıkları pay olacaktır. Nitekim,
üç büyük kulüp yıllık ortalama 53,4 milyon dolar gelire ulaşırken; giderler
ortalaması ise 67 milyon dolara yükseliyor. Üç kulübün yaptığı toplam 201.1
milyon dolarlık gider ise toplam Türk futbol pastasının yüzde kırkına karşılık
geliyor.
İşte haksız rekabetin ve dengesiz gelir dağılımının nirengi noktasını
burası oluşturuyor. Türk futbol kaynaklarının yüzde kırkını harcayan üç kulübün
yarattığı gelir ise ne yazık ki, giderlerini karşılamaktan uzak ve bu nedenle bu
üç kulüp her yıl bütçe ve nakit açığı veriyor. Bunun anlamı ise Türk futbolunun
kıt ve sınırlı olan kaynakların, bu kulüpler tarafından etkin ve verimli
kullanılamadığıdır.
Yine bu kulüplerimizin net varlıkları yıllık ortalama 107,3 milyon dolar ekside
görünüyor. Yani kulüplerimizin borç ve yükümlülüklerini karşılayabilecek yeterli
aktif varlık yaratamadıklarını; borçlanma yoluna giderek faaliyetlerini ve
aktiflerini finanse ettiklerini görüyoruz.
Oysa futbol otoritesinden kıt kaynakların efektif, dengeli ve rekabetçi düzeyi
yükseltecek, teşvik ve şikeyi ortadan kaldıracak şekilde dağıtımını planlaması
ve yapması beklenirdi.
Bu durum Türk futbolu için kanayan bir yaradır. Futbol gelirlerinin adil
paylaşımı belki de hiç bir zaman mümkün olmayacaktır. Ama rekabeti öldürmeyecek
ve dengede rekabeti oluşturabilecek bir yapıyı kuramadığımız sürece Türk
Futbolunda rekabete ve kaliteye hasret kalacağımız görülüyor. Bu yapının
oluşturulması, sadece lokal rekabeti getirmiyor. Avrupalı devlerle de baş
edebilmenin yolu burdan geçiyor.
Anadolu Kulüpleri Ayağa Kalkmalı!
Türk futbolunun niteliksel gelişimi ve dönüşümü gerçekleştirebilmesi için siyasi
otoritenin (Türk Futbol Yönetiminin) sadece yönetsel, hukuksal ve siyasi
değişimleri gerçekleştirmesi yetmiyor tek başına. Üç büyüklerin dışındaki diğer
takımların da mental anlayışlarını değiştirmeleri gerekiyor.
Daha baştan
‘’başaltı’’ takımı olmayı kabul etmiş bir yönetim anlayışı ve oyun felsefesiyle
varlıklarını idame ettirmeye çalışan kulüplerimiz vizyon ve misyon olarak ta
‘’rekabete odaklı’’ bir yaşam felsefesine sahip olmaktan uzak görünüyor. Süper
Lig’deki haksız rekabeti kabullenmiş ve asla şampiyonluk gibi bir şiarları
bulunmayan Anadolu takımlarının futbol otoritesini zorlayabilecek güçte
olmamaları ya da böyle bir düşünceye sahip bulunmamaları, daha baştan rekabetçi
dengenin ve dengede rekabetinin önünü kesiyor.
Futbol otoritesinin yapılanışındaki hata ve zaafların yanısıra kulüplerimizin
sahip olduğu vizyon ve misyonları da, haksız rekabetin Süper Ligde içsel bir
olgu olarak varlığını sürdürmesine olanak sağlıyor. Bu olumsuzluğun ortadan
kaldırılabilmesi için Anadolu kulüplerinin gereken mücadele gücüne
ulaşabilmeleri ancak vizyon ve misyonlarının değişimini mümkün kılacak, rekabeti
zorlayan düşünsel gelişime bağlı görünüyor.
Uygulamada kendisini sportif anlamda ‘’İstanbul’a yenilmemeye değil, yenmeye
gelen bir anlayış’’ şeklinde özetleyebileceğimiz sporif başarı felsefesinin de
yönetimden oyuncusuna kadar nüfuz etmesi gerekir. Süper Lig’in doğal karakterini
zorlayacak değişimleri forse etmede Anadolu kulüplerinin belirli bir güce
ulaşması Türk futbolunu da ileri noktalara taşıyacaktır.
Türk Futbol Yönetiminin bu konularda yapacağı maddi düzenlemeler, bu bilinç
düzeyinin zaman içinde kulüplerimizde hakim bir anlayışa bürünmesine neden
olacaktır şüphesiz ama bu gelişimlerin dinamiğini de hep yukarıdan aşağıya
beklediğimiz sürece, merkezi otoriteye bağlı edilgen düşünsel yapı da devam
edecektir.
Oysa, düşünsel yapıda resesif değil dominant bir karaktere ulaşılması
durumunda, yukarıdan aşağıya olan dinamik te süreç içinde aşağıdan yukarıya
doğru bir gelişim içine girebilecektir. Bu dinamiğin tersine çevrilmesi demek,
Türk futbolunun rekabetçi dengesinin de yükselmesi anlamına geliyor.
Ekol olmuş Avrupa Liglerinin tarihlerine baktığımızda ortalama onbeşe yakın
kulübün şampiyon olduğunu görüyoruz. Bir ligde bu sayıda şampiyonun çıkması, o
ligin kalitesini artırıyor ve bu da futbol pastasının daha da büyümesine olanak
sağlıyor.
Rekabetçi liglerde futbol pastası daha hızlı büyüyor. Rekabet kulüpleri bu
noktaya itiyor. Doğal olarak da paylaşıma konu gelir daha da artmış oluyor.
Yayın hakları daha pahalıya satılıyor, statlarda kapasite kullanımı artıyor.
Türk Futbolunun önünde de bugün böylesi bir yapılanma fırsatı bulunuyor.
Futbolumuzun sağlıklı ve istikrarlı bir büyüme modeli içine girebilmesi için
mental anlamda da kulüplerimizin yukarıyı zorlayacak düşünsel gelişim ve
değişimlerini hızlı bir şekilde sağlamaları bugün tarihsel bir zorunluluk olarak
önümüzde duruyor.
»
Tuğrul Akşar
Ana Sayfa

Yazarlar |
Özel Dosyalar |
Futbol
Videoları
Uydu
Maç Yayınları |
Canlı Radyo Yayını
ve Konuşamadıklarımız
|
Dünya Kupası Özel
|
Çok Özel Röportajlar |
Tekinoktay
Özel

|