|  
 Hürser Tekinoktay                     
                           22   Temmuz 
                    2005
 Anadolu'dan Srebrenica'ya
 
 Türkiye
                    Futbol Federasyonu'nun naklen yayınlarla ilgili havuz sistemi
                    tartışması bir süredir devam edip dururken; spor kamuoyu
                    da havuz konusunda ki gelir paylaşımının bu sefer nasıl biteceğini
                    merakla bekliyor.
 Aslında Süper Lig'de yer alan 14 Anadolu takımının, İstanbul'un
                    3 büyüklerine karşı sürdürdüğü mücadele trajik bir Türk filmi
                    gibi.  Türk sinemasının birçok filimin de hain planlar hazırlayan
                    karakter Kenan Pars tarzı görünüm ile Atay Aktuğ bu tartışmada
                    adeta başrolü oynuyor. Daha 3 ay önce 'Trabzonspor Anadolu'yu temsil ediyor. Trabzonlu olmak İstanbul'a
  başkaldırışın sesidir' şeklindeki sözlerin sahibi olan Atay Aktuğ şimdi havuz
  içindeki aldıkları parayı kastederek; biz ''Paranın kendi cebimizden alınıp
  başka takımlara verilmesine karşıyız'' bunun içinde İstanbul takımları ile
  beraber hareket edeceğiz'' derken yüzü hiç mi hiç kızarmıyor!
 Dolayısıyla Federasyon ve konuya yakın bürokratların, Anadolu'nun
                    baş temsilcisi olarak adlandırılan Trabzonspor Başkanının
                    dediklerine karşı ne itirazı olabilir?  Havuz tartışmasından dolayı ortaya çıkacak negatif sonuçlardan
                    sonra da maddi açıdan kısıtlı ve dar kaynaklar ile yaşayan
                    Anadolu kulüplerinden futbol dünyamızda yeni heyecanlar yaratacak
                    başarıları beklemek hayal olup çıkacak!  Oysaki Almanya'da 2.Ligde bile mücadele eden takımların
                    tarihlerinde Bundesliga Şampiyonlukları vardır. İspanya'nın, İngiltere'nin, Fransa'nın lig şampiyonlarının sadece 3–4 takımla
  sınırlı kalmaması futbolun oralarda hala ilgi ve heyecanını kaybetmemesine
  ciddi bir katkıdır hiç şüphesiz.
 Aslında gününü kurtarmak ve ortadaki ranttan pay almak
                      amaçlı bu durum memleketimizde genel ve yerleşik bir
                      kültür oluşturmuştur. Bunun sonucunda da çelişkiler ve kayıtsızlıklar her alanda baş gösterip duruyor.
 Aynı misafir perver ülkeyiz nutukları atanların İstiklal caddesinde her gün
  Turistlere yönelik kapkaç ve yankesicilik saldırılarını görmemeleri gibi!
 Para paylaşımındaki zevk ve sefa güzeldir. Ama bu ülkenin insanı da diğer ülkelerdeki
  insanlar gibi iyi şeylere layık değil midir?
 Futboldaki elde edilen gelirlerin karşılığını hiçbir kulüp futbolseverlere
  verememektedir.
 Üstelik havuz ihalesine esas kaynağı yaratan Digitürk'de
                    bu işten nasibini almaktadır.  2000–2004 yılları arasındaki ilk ihale sonucu Futbol gelirleri
                    ve giderleri bilânçosu Digitürk'ün futboldan zarar ettiğini
                    göstermektedir.  İlk ihale diliminde 413 Milyon dolar giderleri ile futbola
                    harcadığı paranın karşılığında 285 Milyon dolarlık bir gelir
                    etmiştir.  Tabi sonuç olarak abone maliyetlerinin yüksekliği ne yazık
                    ki yine Ülkemiz futbolseverine yansımaktadır.  İngiltere'de abone maliyeti 78 Amerikan doları iken Türkiye'de
                    bu rakam 125 Amerikan dolarıdır.  İngiltere'de kişi başı milli gelir yıllık 26.000 dolar üzeri
                    iken bizde sadece 3.300 dolar civarındadır.  Yıllık kazancımız İngilizlerin neredeyse 10/1 i iken futbol
                    yayınlarına abone maliyetimiz neredeyse Premier Lig yayınlarının
                    2 katıdır!  Şimdi herkes havuz kavgası yaparken bir kişi de çıkıp yahu''
                    biz bu paranın karşılığını maalesef veremiyoruz, ne konuşuyoruz
                    ki diyemiyor''  Neden mi diyemiyor? Alan da satan da razı misali! İnsanları
                    kandırın gitsin! Paraları saymak en keyifli yan nasılsa!  Sonun da olan sokaktaki futbol sevgisi ile dolu insan ve
                    genç değerlerimize oluyor.  Fulya tesislerinde, milli takım formalarını giymiş ama şimdi
                    adeta sürgünde olan Emre Aşık, Tayfun Korkut, Berkant, Okan
                    Koç ve Özkaynaktan yetişmiş 22 yaşındaki Genç yıldız Ali
                    Cansun'un kendilerini;  10 Yıl önce Birleşmiş Milletler Askerlerinin 14–75 yaş arasındaki
                    binlerce Müslüman'ın eski Partizan kaptanı İliç'in vatandaşları
                    Sırplara teslim edildiği Srebrenica'da sanmaları bunun en
                    güzel örneği değil mi?  Yok, daha neler diyecek bir profesyonel var ise ; Sabah 07.00, Öğlen 12.00 Akşam 20.00 olan idman saatleri nedir diye sormak
    lazım değil mi?
 Uyuma 5'de kalk, kahvaltı etme idmana çık, öğlen güneşin
                    altında koş yemek yeme, akşam yine yemek yeme 23.00 duş al
                    24.00'de eve git.  Dinlenmek ve yemek için hemen yanında duran tesis ve imkânlara
                    rağmen! Böyle güzel bir idman programı Srebrenica'da bile bulunur mu?
   Konu ile 
					ilgili yazılar   
  Birgün 
Gazetesinde yayınlanan diğer yazılar 
 |