rk

sin Sulun ile röportaj
Hürser Tekinoktay                           15 Temmuz 2004
Türkiye'nin Yunanistan'ı . . .

Öncelikle Cumhuriyet Gazetesi yazarı Üstün Yıldırıma'a yazılarımı takip ediyor olmasını ile birlikte, yapmış olduğu değerli katkıdan ötürü teşekkür ediyorum.
12.Avrupa Şampiyonası sonrası bir çok fikir ve tartışmanın ortaya çıkması futbol adına çok hoş bir olgu. Kaldı ki Uzun süredir futbol eski heyecanını kaybetmek üzereydi.
Kore'de yapılan Dünya Kupasında Arjantin, Fransa, İtalya, İspanya, İngiltere'nin ilk dörde girememesi, Hollanda'nın finallere bile kalamayıp tatile gitmesi bunun bir başka göstergesiydi.
Dünya Kupası Finalinde olmayı gerçekten hakkeden Brezilya ile Alman Milli Takımı oynamıştı.
Avrupa Kupasında ise Brezilyalı Luiz Felipe Scolari ve Alman Otto Rehhagel sayesinde
adeta Dünya Kupası Finalinin rövanşını yaşadık.
İki teknik adam da ülkelerinin oluşturduğu futbol mantalitesi dışında değillerdi aslında.
Biri Brezilya'nın teknik ve ofansif futbolundan örnekler verirken , diğeri Alman futbolunun dayanıklılık, disiplin ve özelliklede "defansif taktik" ağırlıklı oyun anlayışını sergiledi.
Şampiyona bazı kişiler tarafından kafalarda canlandırılan futbol beklentilerini ortaya çıkarmadı !
Çünkü o beklentiler bir Hollanda-Almanya , Fransa-İngiltere veya İtalya -İspanya finaline işaret ediyorlardı.
Ve o finalde de Zinedine Zidane, Del Piero, Nedved, Van Nistelrooy gibi yıldızların olmasını öngörüyorlardı. Ancak finalde sadece iki ülke karşılaşacaktı !
Benzeri yıldızlardan finalde boy gösterebilen yalnızca Figo oldu.
Finalde herkes, Fransızların Arsenalli oyuncusu Henry'yi izlemek isterdi elbette ama oraya giden yolda asıl çabayı Zagorakis gösterdiyse Finali Henry'nin değil de Zagorakis'in oynamasından daha doğal ne olabilir ki ?
Aynı Yunanistan'ın final oynaması gibi.
Aslında bu şampiyonadan futbol adına çıkarılacak çok büyük dersler var.

On ikincisi yapılan bu Şampiyona, yıllardır ülkemizde konuşulan, teknik direktör'ün maça katkısının % 10- 15 den fazla olmayacağı söylemlerine de yeni bir boyut getirdi kuşkusuz.

Portekiz'de, maçlar sırasında hocaların takımlarına verdikleri katkının yüzde 90-95 lere çıkabildiğine hepimiz tanık olduk.
Bir teknik adamın geniş çaplı bir gruptan seçtiği oyuncularla, maddi sorunlar yaşanmadığında, oyuna nasıl etki ettiğini Scolari ve Rehhagel tüm futbol dünyasına gösterdiler.

Scolari İngiltere-Portekiz maçının sonlarına doğru oldukça müsait pozisyonda olan Ronaldo yerine topu daha zor ve kötü pozisyonda olan Figo'ya atan oyuncuyu saha dışına almıyor, arkadaşına o baskı duygusunu yaşatarak takımın üzerine çıkmış ve Portekiz'de halk kahramanı sayılan Figo'yu oyundan alıyordu.

Bu değişiklik karşısında maçı yorumlayan Haldun Domaç farklı algılamalar doğrultusunda bir sürü eleştiri yaparken, Scolari takımını silkeliyor ve maçı kazanıyordu.

Otto Rehhagel'in ise elindeki dar ve kısıtlı kadro ile önce İspanya'nın kaldığı guruptan çıkıp sonra Fransa, Çek Cumhuriyeti ve Avrupa'nın Brezilyası olan Portekiz'i geçip şampiyon olması bir hocanın takıma katkısının ne denli büyük olabileceğinin en açık göstergesiydi .

Teknik adamların oyuna etkisi ve bunu oluşturan şartların, özellikle de Türkiye'deki futbol bakışına
yeni bir boyut getirmesi gerekirken ; Bazı kişilerin Otto Rehhagel'in oynattığı oyun tarzına bakarak, Lucescu'yu tekrar kurtarıcı ilan etmeye çalışmaları da ilginç bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir.

Ama unutulmaması gereken bir ayrıntı var; Türkiye Liglerindeki Lucescu'nun Beşiktaş'ı , Avrupa Şampiyonasının Yunanistan'ı değildi . . .



Birgün Gazetesinde yayınlanan diğer yazılar
/p>