Hürser Tekinoktay
11 Ağustos
2005
Alice
Harikalar Diyarında !
Beşiktaş Kulübünün düşük stadyum
geliri karşısında, maç başına yaptığı sabit masrafa bakıldığında
– 637.533 Milyar TL zarar ettiğini görmek inanılır gibi değildi
...
Geçtiğimiz günlerde, AKP Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay,
2004–05 sezonuna ilişkin, spor kulüplerinin gelirleri ile
ilgili bir soru önergesi verdi.
Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Şahin'in
buna istinaden açıklamaları çok ilginç idi.
Açıklamadaki verilere göre, Fenerbahçe Kulübü'nün 3,5 Trilyon
TL ile en çok hâsılatı yaptığı belirtildi. Fenerbahçe'nin
bunun ile beraber önceki yılın havuz sistemine göre 17,5 Trilyon
TL geliri olduğunu; küme düşen Sakaryaspor'un sezon gelirlerinde
600 Milyar TL ile 4.sırada olup havuzdan diğer Anadolu kulüpleri
gibi aşağı yukarı 4 Trilyon bir havuz geliri olduğunu gördük.
Sezon gelirlerinde Beşiktaş'ın hâsılatının
161.419 Milyar TL ile sondan 3. sırada olması, beklenen ama
kabul edilemez bir durumdu.
Beşiktaş 161.419 Milyar TL'lik hâsılat yaparken; yine küme
düşen İstanbulspor 598.763 Milyar TL maç hâsılatı yapıyordu.
Ancak bu gelire sahip olan İstanbulspor'da küme düşerken havuzdan
aldığı pay 4,5 trilyon'du.
Bu bağlamda bazı takımların başarısızlıklarının arkasında
öncelikle teknik anlamada değil idari anlamda bir sıkıntı
olduğu yapılan analizler ile de bir nevi tasdik görmüş oldu.
Hele Beşiktaş Kulübünün düşük stadyum geliri karşısında,
maç başına yaptığı sabit masrafa bakıldığında – 637.533 Milyar
TL zarar ettiğini görmek inanılır gibi değildi!
Dünya markası sayılabilecek Beşiktaş'ın bu matematiğinin,
Afrika ve Asya ülkeleri hatta Patagonya'da dahil olmak üzere
başka hiçbir ülkede görülmesi mümkün değildir.
Futbol Kulüplerinin yöneticilerinin yapmaları gereken asıl
işin Kulüplerinin gelirleri arttırtıp, giderlerini kontrol
altında tutmak olmalı iken, Giderleri arttırıp gelirleri
düşürmek mümkün olmayan bir beceri değil midir?
Ancak bu yeteneklere sahip yöneticiler teknik-taktik konularda
inanılmaz bilgilidirler(!)
Takımın hocalarının taktiklerine karışanlardan tutunda,
soyunma odasında motivasyon yapanlara kadar bolca görülmektedirler.
Hele transfer işi onlar için muhteşem bir şeydir. İmzalar
atılırken renkli kravatlar takıp poz vermek muhteşem olur.
Üstelik teknik direktörden bile transferi gizlediklerini
iftiharla söylerler!
‘'Canım biz en iyisini aldık hocaya ne söyleyeceğiz'' derler.
Ama evlerine alacakları suyun çeşidini bile eşlerine sorarlar!
Avrupalının bir transfer için teknik, sosyal ve ekonomik
yatırım kriterlerini hiç inceleyip öğrenmezler.
Transfer edilmesi düşünülen oyuncunun;
Ortalamanın üzerinde oyunsal kalitesi olmasına,
İkili mücadele kazanma oranına ve bu kazanma oranının kurallara
uygun olmasına,
Bireysel teknik ve taktik yeteneklerinin takımına artı güç
katıp, takımın yapısına uygunluğuna,
Yıl bazında göstermiş olduğu performans grafiğine ve sürekliliğinin
incelenmesine,
Yüksek performans gösterse bile takımsal formatların uygunluğunun
analizine,
Takımında kendisine verilen değişik taktiksel görevlere
karşı başarılı olma oranına,
Kişilik olarak sporun ve kulübünün saygınlığına karşı olumlu
imaj varlığına,
Sezon içinde gördüğü kart miktarına ve gördüğü karta karşı
hazırlıksız tepki reaksiyonuna,
Oyun içinde gelişen şartlara ve zorluğa karşı direncine,
Psikolojik dengesine,
Müteşebbis yapısı yanında, stresi yenebilme özelliğine,
Özel yaşantısına ve profesyonellik anlayışına,
Kötü alışkanlıklarının varlığına,
Geçirmiş olduğu sakatlıklarının analizine,
İklim ve diğer sosyal koşullara uygunluğuna,
Yaratacağı imaj ile yeni taraftar kitlesi oluşturabilmesine,
Gerçek değerinin ne olduğu değeri dışında oluşan şartların
nedenlerine,
Gelecekteki gelişiminin nasıl olabileceğine ve değer artışı
sağlayıp sağlayamayacağına bakmanın asıl iyi bir transfer
için zorunlu kriterler olduğunu bile bilmezler.
Sonuçta büyük şaşalar ile yapılan transferler gelip geçer,
harcanılan dolarlar boşa gider. 100 Yılda Şampiyonluklar
yaşatan ve her başarılı oyunu sonrası emeğine sahip çıkılan
yabancı oyuncuya takımdan gitmesi için çuval dolu paralar
verilir.
Hatta 7. yabancıyı oyuncuyu transfer ederler, daha önce milyonlarca dolar verdikleri
diğer yabancı oyuncu serbest bile kalır!
Beğenmedikleri oyuncular gittikleri Avrupa'nın en iyi takımlarında
harikalar yaratırlar.
Sonuçta böyle harika yönetilen kulüplere harika araziler,
arsalar verilir.
Sonra bunlar bu paraları ne yapıyor acaba? UEFA kriterlerine
uyuyorlar mı?
Allah Allah neden uymuyorlar? Neden bedava bilet veriyorlar?
Karşılığında ne menfaat sağlıyorlar?
Bu paraları nereye harcıyorlar yıllık kombine kart bedeline neden bu kadar
küçük fatura kesiyorlar!
Üstelik bunu yapan kulübün Üniversitesi ve Okulları bile
var!
Ya bu kulüplerin hisseleri üstelik İMKB işlem görüyor! Yazık
değil mi bu milletin parasına puluna bile denmez!
Millet ise en yüksek maliyetler ile futbol izler! Hem de
düşük kaliteli bir futbol!
3. Kalite mal en yüksek ücrete Türk halkına sunulur!
Hem de dünyada ne olup bittiğini bile kamufle edecek şekilde!
Bu şartlarda yöneticilik yapılmaz mı?
Tabi ki yapılır! Herkes koltuklara hücum! Nasıl olsa Âlice
Harikalar Diyarında!
Not;
16.12.2006 tarihinde Beşiktaş kulübü
Denetleme Kurulu Başkanı Prof. Dr. Dursun Arıkboğa tarafından139
milyon 423 bin YTL olduğunu açıklanan borcun
39 milyon 550 bin YTL'si derneğin 99 milyon 873 bin YTL'si
A.Ş'nin, 32 milyon 669 bin YTL'si kulüp başkan Demirören'e
ait olduğunu ifade edildi.

18.Hikaye,
29Ağustos 2005
Konu
Beşiktaş'da olanlardan bir dizi bilgi
Öyle
ise gerisi Yorumsuz

Yazarlar |
Özel Futbol Dosyaları |
Futbol Videoları
|
Futbol Haberleri
Canlı Radyo
Yayını ve Konuşamadıklarımız
|
Dünya Kupası
Özel
Çok Özel Röportajlar
|
Tekinoktay Özel |
2007 Yılı Oskarları
Uydu Maç Yayınları |
The Best Of
|